Ana sayfa İnsanlar “Sesimi kesmekte başarılı oldular”

“Sesimi kesmekte başarılı oldular”

900
0

Hasan Ali Kilci Kayseri Ticaret Odası’nın en uzun dönem görevde kalan başkanıydı. Herkes ona, ‘Kilci Başkan’ diyordu. Sözünü esirgemeden yaptığı açıklamalar hiç sekmeden manşetlerde yerini alıyordu. 14 yıl Kayseri Ticaret Odası’nın başkanlığını yürüttü, kendisinin ‘Şeker kumpası’ olarak nitelediği olaylar ve yine kendisinin ifadelerine göre FETÖ terör örgütünün ayak oyunları ile tekrar başkan olamadı. 25 dönemde Milliyetçi Hareket Partisi’nden milletvekili olan ancak, o dönemde seçimlerin yenilenmesinden dolayı milletvekilliği kısa süren Kilci, 21 Haziran 2020’de hayata gözlerini yumdu. Onun anlattıkları yerel olsa da, Türkiye’deki bazı konuları aydınlatıyor.

14 YIL TEK ADAM…

Ticaret hayatınız ve Ticaret Odası başkanlığınız dışında bir de spor hayatınız var değil mi?

Elbette, 15 yaşında Kayserispor’un genç takımında futbol oynamaya başladım. Hem de Kayserispor’un kurulduğu 1966 yılında. Yaşım dolduktan sonra amatör takımlara geçtim. Sırasıyla Demirspor, Şekerspor, Hacılarspor’da oynadım. Bu süreç 15 yıl devam etti. Sonra antrenörlük kurslarına katıldım, diplomalarımı aldım ve yaklaşık 15 yıl da antrenörlük yaptım. Aynı zamanda Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Spor Akademisi mezunuyum. 70’li yıllarda da ticarete başladım, ticaret ve futbol bir arada gitti bir süre.

Ticari hayatta ilk işiniz neydi?

Matbaacıydım. En son Dergâh Matbaası’nı da Rahmi Yağmur’a ben sattım. Matbaacılık hayatım da 20 sene vardır. Ondan sonra başka iştigal alanlarına geçtik.

İlk iştigal alanı neden matbaacılık oldu?

Ağabeyim matbaacıydı ondan dolayı. Babam da (Derviş Kilci) Sümer Fabrikası’nda çalışmış. Daha sonra Hacılar’da 10 yıl belediye başkanlığı yaptı. Sonra ufak tefek ticarete devam etti. Zaten ticaret yapan bir aileden geliyoruz, dedem de tüccardı.

Başkanlık sürecine nasıl gelindi?

1991 seçimlerinde Ticaret Odası seçimlerini kazandım, hem Meclis’e hem yönetime girdim. Bir dönem yönetim kurulu üyeliği yaptım. İkinci dönem başkan yardımcılığına seçildim. Üçüncü dönem de (1997) ben aday olup kazandım.

Ticaretle uğraştığınız yıllarda bir gün Ticaret Odası’na başkan olurum diye bir hedefiniz var mıydı?

Hiç yoktu. Rahmetli Hacı Ali Şapçı, o zaman matbaacıydı, Akın Günlük gazetesini çıkarırdı. Onunla birlikte çalışmıştık ve baba dostluğumuz vardı. O, bana seçimlere katılmamı söyledi. Turizm şirketim de vardı benim o dönemler ve o sektörden seçimlere girdim. Karşımda da Hacı Ali Sözduyar’lar falan vardı. Onları yenerek geldim başkanlığa. Dolayısıyla bir giriş yapmış olduk oradan. Tabi çalışmalarımız takdir edildi, sevildi. Başkanlık da aklımda yoktu, ayrıca mevcut yönetimle kopmuştuk ve gruplaşma olmuştu. Seçimlere de başkan adayıyım diye girmedim. O zaman başkanları yönetim seçiyordu, şimdiki gibi değildi. Yönetim kurulu beni başkan seçti. Hiç aday falan da değildim. Karşımızdaki liste de Yılmaz Büyüknalbant vardı. Ondan sonra iki dönem (8 yıl) daha kendi grubumla birlikte seçime girdik ve karşımızda o zaman şimdiki mevcut yönetim, cemaatçiler veya AKP’liler vardı.

En uzun sizin başkanlık döneminiz sürdü değil mi?

Evet, 14 yıl.

“DEMEK Kİ SEVİLİYORMUŞUZ”

O kadar uzun süre başkanlıkta kalmanızı neye bağlıyorsunuz?

Demek ki seviliyormuşuz. Hizmet etmezseniz, üyeleriniz sizi seçmez.

MHP ile bağınız ne zamana dayanıyor?

Ben gençliğimden beri Ülkücü hareketin içinde bulundum. İki dönem Kayseri Merkez’de gençlik kolları başkanlığı yaptım. Aynı zamanda Ankara’da da, genel yönetim kurulu üyesi idim. 1977 yılında Türkiye’nin en genç belediye meclis üyesi olarak, MHP’den büyükşehir belediye meclis üyeliğini kazandım. İhtilal oldu, o zaman bizi içeri attılar. Toplamda temizlenmemiz 37 ay sürdü.

“37 AY İÇERİDE YATTIM”

İsnat edilen suç neydi?

Birçok olaydan suçlama yaptılar ama hepsinden temiz çıktık, çok şükür. 37 ay mütemadiyen yatmadım, ara ara içeride kaldım. 82’den sonra bir daha da almadılar. Dava dosyalarına da ismim girmedi, çünkü bir şey bulamadılar. Aradıkları şey de, cinayet, azmettirme, kundaklama, adam dövme, adam vurma gibi olaylar. Ama çok şükür bizim dönemimiz onların hiçbirini yapmadı, yaptırmadı da. Sadece eğitim çalışmalarına ağrılık verdik; bir Türk gencinin nasıl olması gerektiği konusunda eğitim çalışmaları, seminerler, toplantılarla geçti.

Nerelerde yattınız?

Kayseri’de yattım, bir hafta Mamak’ta yattım soruşturmadan dolayı ama hemen geri getirdiler. Oradaki suçlama da genel merkezle ilgiliydi ama onunla da alakamız yoktu. Bu süreç 82’de benim için tamamen sona erdi. Ama birlikte yattığımız arkadaşlar içeride kaldı, çok işkenceler de gördük, işkence odalarında kaldık ayrıca.

Bunlar insanın belleğinde nasıl izler bırakıyor?

Çok acı. Kelimelerle ifade etmek tabi ki çok zor. Fiziki işkencenin dışında psikolojik işkence daha da acı veriyor. Özellikle, çok sıkıştıkları zaman ailenizi getiririz, ananızı getiririz, çocuğunuzu getiririz gibi insanların canını yakan soruşturma ve kovuşturma teknikleri uyguluyorlardı. Ve bunlar daha zordu.

O zaman evliydiniz sanırım.

Evet, 75’de evlendim.

Bu esnada ticaret hayatınız da devam ediyor tabi ki.

Elbette, iş yerlerimiz vardı o zaman. Ayışığı adında, aynı zamanda ihracat ve ithalat yaptığımız bir turizm şirketimiz vardı. Ayışığı sonra, Kayseri’de ilk lunapark oldu; Ahmet Başaslan, Fehmi Dedegöç, İbrahim Sungur’a ben sattım orayı. Emek Matbaası’nı da Alim Gerçel ile birlikte, Dergâh’dan önce Karadeniz Çarşısı’nda biz kurmuştuk. Dergâh Matbaası ise Sahabiye Medresesi’nin içindeydi. Rahmi Yağmur o zaman benim yanımda işçiydi. Sonra onu ortak yaptım, 12 Eylül olup da cezaevine girince Rahmi Yağmur’a sattım orayı. Sonra iştigal alanımızı değiştirdik. Turizm şirketinde ithalat-ihracat da yapıyorduk. Azerbaycan’a çok ciddi ihracat yaptım gıda üzerine, oradaki eğitim macerası da öyle başladı.

MHP Kayseri 25. Dönem Milletvekili Hasan Ali Kilci

“MHP BENİ HAİN İLAN ETTİ”

MHP’li bakış açınızdan kaynaklı olarak, Ticaret Odası başkanlığı yaptığınız sürece tarafsız olabildiniz mi size göre?

Patentimiz öyle ama işimize karıştırmadık. 14 yıl başkanlık, yönetim kurulu üyeliği ile birlikte 25 yıl Ticaret Odası’nın yönetiminde idim. Ama tarafsızdım. Şimdiki yöneticiler gibi bir yere göbeğimizden bağlı değildik, ideolojimiz var ama o da Türk milliyetçiliği. Türk milliyetçiliğinden ödün vermeden ama siyaseti odanın içerisine sokmadan çok ciddi olarak odanın kendi iştigali ile ilgili faaliyetlerini yürüttüm, bunda da başarılı olduğumu ve takdir edildiğimi biliyorum. Çünkü defalarca da ödül aldım. 14 yıllık başkanlık süresinin 8 yılında Türkiye’nin en iyi sivil toplum kuruluşu ödülü aldım. Bunun da yarısından çoğunu AKP’nin hükümet olduğu dönemde aldım. 2001 yılında başkandım, Milliyetçi Hareket Partisi hükümet ortağıydı, ekonomi çok kötü yönetiliyordu, Türkiye’de bir kargaşa yaşanıyordu, siyasi ve ekonomik çalkantılar vardı. Ben kendi partimi en çok eleştiren oda başkanı olarak gündemde idim.

Parti’den tepki yok muydu?

Vardı. Hain ilan ettiler. Ama hiç umurumda da değildi.

En çok neyi eleştirmiştiniz?

Ekonomiyi iyi yönetemiyorlardı. Dolayısıyla da Türkiye’de çok ciddi sıkıntılar vardı. AK Parti hükümeti gökten zembille inmedi ki, siz kötü yönettiniz bilmem ne yaptınız, askerin eliyle 28 Şubat Süreci oldu. Yılların birikimi; suçsuz günahsız bir sürü insanı işlerinden ettiler, o dönemin düzgün gazetecilerini işlerinden attırdılar. Ordu olaylara müdahale etti. Bunları hep dile getirdim ve bununla ilgili de soruşturmalar geçirdim. 28 Şubat Süreci’ne de karşı çıktım.

Soruşturmalarınızın tamamen sona erdiği bir dönem yok herhalde.

Hayır yok.

Hain ilan edildiniz, daha sonraki süreçte parti ile ilişkileriniz ne zaman düzeldi?

Tam düzeldi de demeyelim. Bir izi kalıyor sonuçta. Seçim dönemleri geldiği zaman da dedikodu, fısıltı gazetesi hemen faaliyete geçiyor ve geçmişle ilgili olayları, yıpratma adına hemen öne sürüyorlar. Aman birkaç kişiyi diskalifiye edelim, orada bir yer açılsın gibi… Şimdi de adımız milletvekilliği adaylığı için geçtiğinden dolayı (henüz milletvekili olmamıştı) o şer odakları şu anda faaliyet içerisindeler. Acaba nasıl pasifize ederiz, nasıl diskalifiye ederiz gibi bir düşünce içerisindeler.

“MİLLETVEKİLİ OLMAMI İSTEYENLER VAR”

Sizin böyle bir düşünceniz var mı?

Benim doğrudan böyle bir talebim yok ama çevredeki insanlar sen milletvekili adayı olmalısın falan diyor. Ben şuna inanırım, benim istemem önemli değil, beni istiyorlar mı bu çok önemli. Beni istiyorlarsa hazırım, istemiyorlarsa umurumda bile değil. Dünyanın sonu değil. Ben milletvekili olmam belki ama Türkiye’de kısa süre içerisinde çok şeylerin değişeceğine inanıyorum.

Olumlu mu algılamak lazım öngördüğünüz değişimi?

Olumlu anlamda söylüyorum. O zaman biz yine yerimizi alırız. Ama Meclis’te alırız ama il yönetimlerinde alırız. Parti yönetimlerini kastetmiyorum, ilde yine sosyal faaliyetlerin içerisinde oluruz. Olmazsa olmaz amacımız milletvekilliği değil, yeter ki insanların kafasında yer edinelim. Ama ben, yer edindiğimi sanıyorum. Kimsenin oyu kimsenin cebinde de değil. Herkes seçim zamanı geldiği zaman oyunu istediği şekilde, istediği birine verir. Dolayısıyla da bu konuda şartlı değilim. İsmimiz söyleniyor, çok dillendirenler var, isteyenlerimiz var, dediğim gibi istemeyenlerimiz de var. Zamanında bizi hazmedemeyenler var, bilmem ne… Dolayısıyla bunların hiçbirini kale almıyorum. Ben inançlı bir insanım, Allah murad ettiyse bunlar olur, murad etmediyse de bunların hiçbiri gerçekleşmez.

“ELEŞTİRDİĞİM İÇİN KUMPASA GELDİM”

AK Parti döneminde bile çok kez ödül almışken, kırılma noktası ne oldu?

AK Parti hükümeti 13’üncü senesine girdi. Bunun 8 yılında ben başkandım. İyi yaptıklarını da söyledim Allah için ama iyi yapmadıkları şey o kadar çok ki… O kadar içinden çıkılamaz halde ki durum… Bugün, öve öve bitiremedikleri ekonomimiz çok büyük sıkıntılar içerisinde. Ve yaşar da görürsek, önümüzdeki birkaç sene Türkiye ekonomisi ciddi biçimde sıkıntı içerisine girecek. Biz bunları daha önce de gördük. Elimizde sihirli değneğimiz yok bunları görmek için ama görünen köy de kılavuz istemiyor. Çünkü yapılan icraatlar, ekonomik politikalar Türkiye’nin yapısına uygun politikalar değildir. Allah için yerel yönetimlerde iyi çalışmalar oldu. Hala da iyi çalışmalar yapıyorlar, onlardan da söz ettik. Ama merkezi yönetimle ilgili eleştirilerimizi Ticaret Odası meclislerinde dile getirdim.

Kırılma noktası buydu yani.

Tabi ki. İkinci bir şey; Kayseri’de bir kanaat önderi, bir STK başkanı çıkıp bunları konuşamadı.

“DİLSİZ ŞEYTAN OLMADIM”

Siz biraz öne çıkmış gibi mi oldunuz?

Hayır, beni kimse kullanmadı.

Yani tek başınıza mı kaldınız?

Evet, doğru söylüyorsun. Ama ben şuna da inanıyorum, hadis-i şerif de var bu konuda; ‘Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan gibidir’. O konuşmayanların hepsi dilsiz şeytan. Belediyelerle, hükümetle ya da başka yerlerle iş alakaları, ekonomik bakımdan göbekten bağlılıkları var. Bizim hükümetle, belediyelerle işimiz, alakamız olmamıştır. Ondan dolayı da söylenmesi gerekenleri açık ve net bir şekilde söylemişizdir. Halbuki, ben sadece AKP’nin hükümet olduğu dönemde değil, MHP’nin koalisyonda olduğu dönemde de eleştiren biriydim. Bundan dolayı zaman zaman hain de ilan ettiler. Dolayısıyla, kırılma noktası diye de bir şey kabul etmiyorum. Son dönemlerin müthiş durumu vardır; kumpas. Bu kumpasın içerisine alındık, bizi susturmak için yapılan bir kumpastı bu.

Şeker Davası bir kumpastı yani.

Tabi ki kumpastı ve sonucunun ne olacağı, kimlerin ne olacağı belli değil. Belki olaylar çok ters dönecektir. Bu kumpası hazırlayanlar, bu kumpasın içerisinde olanlar günü geldiğinde bunların hepsinin hesabını vereceklerdir. Çünkü vebal vardır, kul hakkı vardır, insafsızlık, vicdansızlık vardır.

Davada gelinen süreç nedir?

Devam ediyor. 8 ay içeride kaldım.

O dönemde sağlık problemleriniz olduğunu da biliyoruz. 8 ay zor geçti mi sizin için?

Elbette, tek problemimiz o oldu zaten. Ben cezaevinde geçmişte de yatmış bir adamım. Cezaevi sıkıntılıdır ama sağlıklı iseniz, çok da fazla etkilemez. Neticede dört duvar arasındasınız ama asıl sıkıntıyı çeken dışarıdaki yakınlarınız, aileniz. Yoksa yıllarca yatan insanlar var. Ne oluyor ki yani, ha orada yatıyor, ha burada… Tabi ki, bize sahip çıkması gereken ama sahip çıkmayan, çok sayıda kırgın olduğumuz insanlar var.

“CEMAAT TEK AKTÖR DEĞİL,”

Kimdir onlar?

Söylemeyeceğim ama zamanı geldiğinde onlarla hesaplaşacağım. Kaldı ki, biz hesaplaşmasak bile Alemlerin Rabbi’nin bir hesabı vardır. O hesabını kesinlikle görür ve hesap yerde kalmaz. Bu kumpası cemaatin üzerine atıyorlar ama bizim olayda tek başına cemaat rol oynamadı. Ne yaptılarsa beraber yaptılar.

SENİ ALDIRACAĞIZ…

Cezaevi şartları değişmiş miydi 80’lerde yattığınız döneme göre?

Bizim hiçbir zaman rahat bir cezaevi hayatımız olmadı. Şimdi cezaevleri daha disiplinli ama biz de sıkıyönetim cezaevlerinde yatıyorduk, onlar da çok disiplinliydi. Ama ben içeride çok rahat ettim. Çünkü ziyaretime gelen çok sayıda milletvekili, iş adamları, üst düzey bürokratlar vardı; korkmayanlar yani, cesaretli olanlar… Ama böyle bir sıkıntıyı yaşayacağımızı tahmin ediyordum. Bana, ‘Seni alacağız, aldıracağız’ diyorlardı. Birileri ima ediyordu.

Ne kadar zaman önce?

Şeker Olayı başladıktan bir buçuk sene sonra aldılar beni. Daha olaylar başlamadan bunları söylüyorlardı bana.

İma edenler kim?

Bir bölümü AKP’liler, bir bölümü de kendi çevremizde onlarla ilişkisi olan insanlar…

“İÇERİ ALINACAĞIM GÜNÜ BİLİYORDUM”

Bu söylemlerin karşısında bekliyordunuz böyle bir olayı yani.

Elbette bekliyordum. Onlara karşı duruyorsunuz, onları eleştiriyorsunuz, onların üzerine üzerine gidiyorsunuz, bunu hazmedemiyorlar. Bu hükümetin en kabul edemediği şey, eleştiri. Eleştiriye hiç açık değiller. Eğer bunları eleştiriyorsanız mutlaka bir tarafa fişleniyorsunuz ve bir fırsatını bulduklarında size o fişleri yapıştırıyorlar.

Fişlenmenin sonuçlarını bile bile korkmadınız mı hiç; aileniz var sonuçta.

Hiç korkmadım. Ben alınacağım günü biliyordum ve alınacağım günün akşamı bir televizyon programındaydım.

Hazırlık yaptım demeyin şimdi bana.

Hazırlık yaptım. O gün akşam bir televizyon programındaydım; yanımdaki korumama, özel kalemime, eşime, çocuklarımın birine, ‘Sabah alınacağım, telaşlanmayın’ dedim. Hakikaten de sabah gelip aldılar.

“ABDULLAH GÜL’E DE AYNISINI YAPTILAR”

Bu durum psikolojik olarak nasıl etkiledi sizi? Çünkü planlanan bir durum sonrasında başkanlık süreciniz sona erdirildi.

Hayatın içinde var bunlar maalesef. Şimdi çok basit bir örnek vereyim size. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül benim yaşadığım şeyi yaşamadı. Ama şimdi tek başına. Etrafında pervane olanlar, ayaklarına kapananlar, daha söyleyeceğim ama terbiyem el vermiyor, onların hepsi sırtlarını döndüler. Abdullah Gül, benim ideolojimde, benimle ortak değerleri olan biri değil siyasi anlamda. Yoksa, manevi anlamda inanç birlikteliğimiz var. Abdullah Gül, ki koskoca Türkiye’nin başbakanlığını, cumhurbaşkanlığını, dışişleri bakanlığını yapmış biri; ona da şu anda kumpas kuruldu. Kumpasla dışarıda kaldı. Ki, ben Abdullah Gül’ün yanında bir nokta gibiyim. Onun için, kendi çevremde, istisnai birkaç arkadaşım dışında hepsinin korkup kaçtığını, çil yavrusu gibi dağıldıklarını, ‘aman bize de bir şey bulaşmasın’ diyerek, padişahım sen çok yaşa zihniyeti ile hareket ederek o tarafa doğru yönelenleri, gıyabımızda bir takım olumsuz konuşmalar yapanları gördük. Ama yine söylüyorum, onların hepsi, günü geldiğinde, Allah ömür verirse masaya yatırılıp hesaplaşılacak şeylerdir. Allah ömür vermezse yapacak bir şey yok, herkesin yaptığı yanına kar kalacaktır.

“TEK SORUN HÜKÜMET KARŞITI OLMAMIZDI”

Şeker Davası çok enteresan bir dava. Kayseri’de o dönemde AK Parti’nin ve cemaatin eline geçmemiş iki kuruluş vardı. Bunlardan biri Ticaret Odası idi, biri de Şeker Fabrikası idi. Bir taşla iki kuşu birden vurarak aldılar. Şimdi, Kayseri Ticaret Odası, cemaat ağırlıklı AK Partililerden oluşuyor. Şeker Fabrikası’nı söylemeye gerek yok. Şu anda Kayseri’de hükümet yanlısı olmayan, hükümeti desteklemeyen kurum ya da kuruluş kalmadı. Bunların kimi korkusundan, kimi menfaati icabı böyle oldu. O kadar çok insan, kendisi ya da çevresi zarar görmesin diye kırk takla atıyor. Bunları görünce tabi ki üzülüyoruz. Bunun dışında iyi, çok düzgün, hala dik duruş sergileyen insanlar da vardır. Bu anlattıklarımızda hiçbir şekilde bir art niyetimiz olamaz. Bizim düşüncemiz, ülkemizin istikrarlı bir yolda, sıkıntısız ve refah seviyesi yükselmiş bir şekilde devam etmesidir. Ölümlerin, kavgaların, gürültülerin olmaması, insanların birbirini sevmesi, ortaya attıkları Kürt açılımı, barış süreci gibi, safsata ve aldatmacanın yaşanmaması. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünün devam etmesi. Zenginleşmemiz ve mutlu bir ülke olarak coğrafyamızda dimdik bir Türkiye olarak ayakta kalmamızdır. Bunun dışında ferdi olarak bir beklentimiz olamaz. Dolayısıyla bu konuda umut var olduğumu ifade etmem gerekiyor. Çünkü Türkiye’de çok enteresan gelişmeler olacak.

Türkiye’nin ekonomik bakımdan ciddi sıkıntıya gireceğini söylerken, bir taraftan umutlu olduğunuzu söylemeniz tezat değil mi?

Ama her şey ekonomi değil ki. Türkiye hiçbir zaman sıfırı tüketmez. Ama bir rahat olmak var, bir de iyice sıkıntıya girerek yola devam etmek var. Ekonomik sıkıntı olmasını hiçbirimiz istemeyiz. Türkiye gerekirse, geçmişte olduğu gibi yine fedakarlıklar eder ama zaman varken bunların düzeltilmesi lazım. Bu, olumsuz faktörlerden yalnızca biri. Başımızın belası ‘açılım süreci’ bu faktörlerden bir başkası. Malatya’yı geçtikten sonra devlet diye bir şey yok, onlar valilerini atamışlar, kaymakamlarını, polislerini atamışlar. Orayı onlar yönetiyor, Türkiye yönetmiyor. Bunlar sıkıntı değil midir?

“HASEKİ CEZAEVİ’NDE İKİ KEZ ZİYARETİME GELDİ”

Peki Şeker Davası sürecinde buradaki yerel yönetimle alakalı bir sıkıntı yaşadınız mı?

Hayır yaşamadım. Haseki (Mehmet Özhaseki) cezaevinde iki kez ziyaretime geldi. Onunla daha gerilere giden bir geçmişimiz var. Gençlik yıllarında siyaset yokken, görevlerimiz yokken, ben onun başkanıydım o zaman; onun da geçmişi Ülkücü’dür, Haseki’den sıkıntım yok ama başkalarından var. Bizim bu işin içine itilmemiz için gayret sarf edip muvaffak olanlar var, onların hesabı günü geldiğinde sorulacaktır. Bu işte rol oynayan önemli isimler var ama Haseki de, Memduh Bey de, Bekir Bey de yok…

Ticaret Odası başkanlığınız döneminde neler değişti?

Orada çok reformlar yaptık. Üyelerin çok rahat hareket edebileceği, çok rahat hizmet alabileceği bir duruma getirdik odayı. ABİGEM’i getirdik, üyelerimizin eğitimleri ilgili çalışmaları başlattık, meslek komitelerinin çalışmalarını ilk biz başlattık, Kayseri’nin Ankara’da ve uluslararası arenada temsilini biz sağladık. Ben sadece KTO başkanı değildim, Türkiye’deki tüm ticaret odalarının konsey başkanlığını yaptım iki yıl. İçeri alındığımda hala konsey başkanı idim, İktisadi Kalkınma Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi idim, TSE Üst Kurulu’nda iki dönem başkan yardımcılığı yaptım. Birçok görevde Kayseri’yi temsil ettim. Kayseri’de eleştiren bir kurumduk, daha çok bu konularda inisiyatif  kullanıyorduk ama bütün ilk olan çalışmaların içerisinde de bulunuyorduk.

“EKİBİM DE DİĞER TARAFA KAYDI”

Ekibiniz sağlamdı ama herhalde.

Elbette ama o ekibin yarısı da, bu işler başımıza gelince diğer tarafa kaydı. Ama onları da normal karşılıyorum. Maalesef, her insan dik duracak diye de bir şey yok.

Rıfat Hisarcıklıoğlu da size destek veriyor gibi görünüyordu çalışmalarınızda.

O bana mı veriyordu, ben ona mı destek veriyordum, orası tartışılır.

“HİSARCIKLIOĞLU BENİ YALNIZ BIRAKMADI”

Kırgın olduğunuz kişilerden biri o mu?

Çok kırgın olduğum söylenemez. Rıfat Bey, eminim ki, elinde bir imkan olsa, onu benim için kullanırdı. Ama onun da gücü yetmedi, çünkü olay, Rıfat Bey’in de gücünü aşan bir duruma gelmişti. Allah için beni cezaevinde de yalnız bırakmadı. Üç dört kez ziyaretime geldi, çaba gösterdi ama bu bir tezgâhtı, bir komploydu. Bir süreç vardı; sizi oraya koyan irade, oradaki sürecinizin dolmasını bekleyecekti ve görevlerimden istifa ettikten 12 gün sonra tahliye oldum zaten.

YORGAN GİTTİ KAVGA BİTTİ

İstifa edince mi tahliye edildiniz bir nevi?

Tam öyle demeyelim. Çünkü bana isnat ettikleri suç çürümüştü. Çürüttük, alınlarına, suratlarına çarptık. Bizi suçladıkları konuları belgeleri ile önlerine koyunca yapacak bir şeyleri olmadı. Savcı zaten tahliyemizi istemişti, çünkü suç bulamadılar. Onların amacı, gayesi suç isnat etmek ve o isnat ettikleri suç neticesinde orada yatmamız değildi. Kayseri’de kendilerine muhalefet eden bir adam vardı, o adamın sesini kesmek ve o adamın kontrolünde olan Ticaret Odası’nı da o adamın elinden alabilmekti. Bunda da muvaffak olunca, olay bitmişti. Yoksa, Vedat Ali Özışık ile benim ne işim olabilir. O, Kayseri Şeker Fabrikası’nın başkanı, seçimlerle göreve gelmiş ama üç dönemdir benim odamda meclis üyeliği yapıyor. Onunla telefon konuşmalarım, ilgili insanlarla telefon konuşmalarım olacak elbette… Ama adam ne yapıyor, kendi işine alanı alıp koyuyor oraya. Bütününü koysa ortada bir şey yok. Dolayısıyla dediğim gibi, bir buçuk sene önce bizi içeri aldılar, bir buçuk sene sonra da oraya yamadılar ve istedikleri sonucu elde ettiler.

“YAPACAĞIMIZ ÇOK İŞ KALDI”

Bunun sonu nereye varacak peki? Türkiye’de sizin gibi bir çok kişi de, başka yollarla sesinin kesildiğini ifade ediyor. Yaşım yetmiyor benim ama 12 Eylül dönemini de görmüş biri olarak, böyle bir dönem oldu mu Türkiye’de?

Hayır, olmadı. Ama her şeyin bir sonu var. Sonsuz olan bir tek Allah’tır. Kimi sekiz sene, kimi on iki sene içeride kalır ama bir yerde biter. Şu anda göstergelere baktığınızda vatandaşın çoğunluğu mevcut hükümet konusunda kararlı. Bağış yoluyla ya da başka türlü bu oylar alınıyor. Hayat standardı yüksek olanlar olayın farkında; diğerleri farkında ama İAŞE’sini alıyor, maaşını alıyor, yaşlı parası, ölüm parası veriyor… Aslında bunlar sosyal devletin yapması gerekenler ama köylü vatandaş şurada 250 TL aldığı zaman onun için müthiş oluyor. Dolayısıyla bu kesimden oy almaya devam edecektir AK Parti.

Başkanlık döneminize dair, şunu da yapsaydım dediğiniz bir iş kaldı mı?

Dünya o kadar büyük bir değişim içinde ki, globalizm de bunu emrediyor zaten. Yapılması gereken çok iş vardır tabi ki, ama belli bir gücünüz var. Bitmez ki yapılacaklar.  Çok iş kaldı….

(Selma Kara/Röportaj Haber)

*Röportaj ilk olarak 2012 yılında Kayseri Meydan gazetesinde yayımlanmıştır.

 

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here