Ana sayfa İnsanlar “16 yaşında 11 kızdık”

“16 yaşında 11 kızdık”

175
0

Gazel Gürbüz, Kayseri’de 12 Eylül’de işkence gören ilk kadın. İlk cezasını daha 16 yaşında lise 1’de dergi dağıtırken almış. “Yalnızca sol sempatizanıydım, ama sorarsanız ne olduğunu bile bilmiyordum” diyen Gürbüz röportajda bazı bölümlerin kayda alınmamasını istedi. Off the record dışındaki anlattıkları ise zaten olayın genelini anlamaya yetecek düzeyde…

Bir tarafı seçmek zorundasın

“Aslen Tuncelili’yim. 73’ten beri Kayseri’de yaşıyoruz. Bizim Doğulu olmamız Kayseri’de pek hoş karşılanmadı. Lise döneminde ister istemez bir tarafı seçmek zorundasın. Atatürk Lisesi’nde birinci sınıfa gidiyordum. Karne tatilinden sonra dergi filan satılıyordu; sol içerikli dergiler. 1977-78 yıllarıydı ve bizim lisede yeni yeni başlıyordu olaylar. Argıncık’ta bizi askerle çevirdiler; daha çocuğuz, pek anlamıyoruz, yasal olan dergiler dağıtıyoruz. Sokakta dağıtırken asker bizi yakaladı. 16 yaşımdaydım. 11 kızdık. Kayseri’de ilk kez mahkemeye çıktık, sonra elimize kelepçeler takıldı, tutuklandık. İlk tutuklanma 40 gün sürdü.”

Gençliğimi hatırlamıyorum

Gürbüz, 40 günlük tutukluluğundan dolayı, mahkûmiyet almasa da Atatürk Lisesi’nden atılır, sonraki durak Sümer Lisesi’dir ama orada da rahat bırakılmaz.

“Sümer Lisesi’nde ikinci yılımdan sonra, karne tatilinden sonra yine içeri alındım. Bu kez bir yerde ismin çıkmış dediler. LİSEDER diye bir dernek vardı, oraya üyeydim. O dönemde bir taraf seçmek zorundasınız, ya o taraftan olacaksınız ya bu taraftan olacaksınız. O zamanda bir kırk güne yakın yatmıştım. Anlayacağınız ben gençliğimi hatırlamıyorum. Sonra oradan çıktım, Sümer Lisesi’ni bitiremedim.”

Okula annemle gidip geldim

“Her gün olaylar çıkıyor, sağ görüşlü erkek öğrenciler kız olmamıza rağmen bizi dövüyorlardı. Ama artık adımız çıkmış dokuza inmez sekizeydi durumuna gelmiştik. Her Allah’ın günü bir sürü kavga yaşanıyordu, ufacık bir şeyde de polis bizi alıyordu. Ama polis tek taraflı davranıyordu. Sağ görüşlü öğrenciler polislerle sınıflara girip bizi parmakla gösterip içeri aldırtıyorlardı. Bu yalan değil. Öyle olunca okuyamadım. Her gün yolumu kesiyorlar. Ben bir şey yapmasam da içine düşmüşüm ya, ‘azılı’ gözüyle bakıyorlar. Şunu öldürmek lazım, şöyle yapmak lazım filan diyorlardı. Benim gibi çok sayıda erkek ve kız öğrenci okulu bitiremeden bıraktı gitti. Bir gün çok zor durumda kaldım. Arabayla takip ettiler, öldüreceğiz dediler. Gelenler yine sağ görüşlü öğrenciler. Kendimi hemen bir eve attım. Evin kadını çok iyiydi, su verdi bana. Kendime geldim tabii. Sonra eve gittim, annem beni öyle görünce ‘Kesinlikle okula gitmeyeceksin.’, dedi. Ben de bu lise bitecek diye inat ettim. Annemle birlikte gittik okula. Dondurup tasdiknamemi alacaktım, annem yanımdayken bile okuluma zor girdim. Zar zor tasdiknameyi aldım, liseyi Manisa’daki teyzemin yanında, Alaşehir Lisesi’nde bitirdim.”

Sen misin Gazel Çelik…

12 Eylül günü geldi, çattı. Biz hep 12 Mart’tı dinlerdik, bize şöyle yapıldı böyle yapıldı diye. Denizleri biliyorsunuz, asıldılar. Ama yaşamak daha farklı bir şeymiş. 17’yi bitirip 18’e girmiştim. 12 Eylül’den iki gün sonra arkadaşların evinde toplandık;  saz falan çalıyoruz. Oradan eve geldim, soyundum, yatacağım, kapı öyle bir dövüldü ki anlatamam. Anladım ki, eski davalarımdan dolayı yine sıkıntı yaşayacağım. Hemen üstümü giydim. Askerleri görseniz, iki araba gelmişler. Bu kız mutlaka bir yerlerde birilerini öldürmüş, bomba koymuş gözüyle bakıyorlar. Beni aldılar, ‘Sen misin Gazel Çelik?’ dediler. Evet dedim…  Annem korkuyor, evi altüst ettiler.”

Takvimler 15 Eylül’ü gösterirken, o zamanki soyadıyla Gazel Çelik evinden alınır, ilk durağı Garnizon Komutanlığıdır. Üç saat kalır orada. Sonraki durak ise Ulaştırma, Zincidere’den önceki meşhur işkence mekânı…

“Bir sürü fotoğraf gösterdiler, bunların arasından kimleri tanıyorsun diye. Kimseyi tanıyamadım. İki kız arkadaşımı getirmişler liseden. Ben uzun süredir görüşmüyordum, ‘Hayırdır ne geziyorsunuz burada’ dedim. ‘Seni soruyorlar, onun için getirdiler’ dediler. O kızların herhangi bir şeyle bağlantısı yoktu. Bir dergi verilse herkes okurdu, normal bir sempatizandık yani. Kadın polis geldi, ardından fuhuştan içeri alınan başka bir kadını getirdiler. Ben şaşırdım; fuhuştan yatanın ne işi var burada diye. Ben kıza akıl veriyordum çalış hayatını kazan, diye. Onu bir gün sonra bıraktılar. Ben tek başıma kaldım. Sonra bir asker geldi. Yeşil, uçlarında sarkmalar olan bir bez getirdi. Gözümü tam kapatacak şekilde bağladı. Ulaştırma’ya gittik. Asıl işkence orada yapılıyordu.”

Ben ne bileyim, küçücük çocuğum…

Askerler de şaşırır Gazel Çelik’in yaşının küçüklüğüne. Sürekli sorarlar, ne yaptın da bu yaşta buradasın, diye ama emir demiri keser…

“Gözüm kapalı şuradan eğil, şuradan geç, kalk, kafanın üstünde bir şey var gibi şeyler söyleyip beni dolaştırıyorlardı. Sonra öğrendim, psikolojik bir baskıymış bu. Kapalı bir yere girdik; bir gür ses, bir ince ses duydum. Adamlar bana soru soruyor, bir o tarafıma bir bu tarafıma geçiyor. Artık korku başladı. Art arda şunu tanıyor musun, bunu tanıyor musun gibi sorular geliyor. Yok diyorum, adam gelip vuruyor. Ben ne bileyim, küçücük çocuğum. Soğuk, küçücük bir yer… Parmaklarım duvara dayalı, ayağını kaldırıyorsun, öyle duruyorsun; bu da farklı bir işkence. Askere asla ‘asker abi’ demeyeceksin. ‘Asker abi yok, komutanım var.’, deyip vuruyorlar. Beni götürüyorlar, iki üç gün sonra tekrar getiriyorlar. Uyku yok, bir şey yok. Karton bulsan yerde, en büyük nimet, yatak da yok… Gözlerini asla açamazsın. Falakaya yatırıyorlar. Asla oradaki askerleri göremedim. Ama sesleri hâlâ beynimde: birinin sesi çok kibar, çok eğitim görmüş insanın sesi. Diğeri de kaba bir adamdı.”

Arada peksimet…

“Asla yemek yoktu. Arada askerler peksimet verirse o var sadece. Peksimeti uzatıyorlar, ben acaba bana bir şey mi veriyorlar, bir şey mi yapacaklar diye ilk başta almıyorum, korkuyorum. Sonra biri bana gelip Kürtçe bir şeyler söyleyince bir anda acaba güvensem mi diyorum. Elime alıyorum, sonra anlıyorum ki bisküvi. Bu şekilde üç ay gözaltında kaldım. Sürekli getirip götürüyorlar. Bana soruyordu bir asker, hiç içeri düştün mü diye. Ben ne bileyim, inkâr edip düşmedim diye cevap verdim. Sonra önüme kağıt koydular, gözümü açtılar. Önümde bir gazete vardı, ’11 kız tutuklandı’ diye de bir başlık. Haberde kafamı kırmızı yuvarlak içine almışlar. Komutan, ‘O kim tanıdın mı?’, diye bağırıyor. Ben o olaylardan beraat etmiştim sivil mahkemede halbuki. Anladım ki o olaylardan dolayı tekrar içeri alıyorlar.”

Siz komünistsiniz…

“Falakaya yatırdıktan sonra köşeye tuz koyuyorlardı, orada döneceksin ayağının şişi filan inecek… Sonra sorguya gittim, adam bana ‘Siz komünistsiniz, askerlerin arasında geziyorsunuz’ dedi. Akşam eve giderken askerler emanet ediyor bizi, yani ne yaparsanız yapın, diyor. Asker bana mataralarla su getiriyor. Korkumdan gelmeyin diyordum askerlere, onlar da korktuğumu anladıklarından, ‘Sadece su’ diyorlardı. Ama korkutmak için bazıları arada bir kibrit çakıyordu.”

Komutanım ne olur beni tuvalete götürün…

“Bir olayı hiç unutmuyorum. Benimle aynı odada bir adam vardı, doktormuş. O da sağ görüşlüydü. Adam yalvarıyordu askerlere. Tuvaleti gelmiş, ‘Komutanım ne olur beni tuvalete götürün’ diye bağırıyordu. Asker tuvaletim gelmişi kabul etmiyor, ‘Çişim geldi’ deyince de, ‘Yap lan o zaman’ diyor. O sırada benim sıram gelmişti, ben askere yalvardım, ‘Beni götürmeyin o adamı götürün’, diye. Asker bana dedi ki o zaman, ‘Şuna bak lan! Bu komünist sağ görüşlüye sırasını veriyor, biz ne yapıyoruz.” Ben kendi insanlığıma yediremedim; ne olursa olsun yanımda biri dövülünce dayanamıyordum.”

Ben senin yüzünden neler çektim…

Gazel’in işkencesi 18 ay sürer. Dışarı çıktıktan beş ay sonra beş yıl ceza aldığını öğrenir. Yargıtaya yapılan başvurular sonrasında hapis cezası kalkar.

Gazel’i içerideyken en çok üzen olaylardan biri de annesinin de kendisiyle birlikte 18 ay boyunca her gün tutukevine gelmesi, işkenceyi neredeyse birlikte yaşamasıdır.

“Annem hâlâ anlatıyor. Kızıma şunu yaptılar, bunu yaptılar. Bana geldiler bunu söylediler. ‘Ben senin yüzünden neler çektim’, diyor mesela.  Ben anlatamıyorum. Anlatsam, insanların inanası gelmiyor çünkü. Bir arkadaşıma anlattım, ‘Seni tanımasak inanmam’, dedi. Benden daha kötü şartlarda yaşayanlar var halbuki. O zamanın bütün gençleri çok çekti. Benim gibi olan kızlar mutlaka evlendiler, ayrıldılar, mutlaka bir parçalanma oldu.”

Işıklar hiç sönmesin istiyorum

Gazel de 18 aylık işkenceden sonra evlenir. Ama kendi ifadesiyle, “yanlış bir evlilik” yapar, ilk evliliğinde bir kız çocuğu dünyaya gelir. İkinci evliliğini de yapmıştır ama rehabilite edilmeleri gerektiği düşüncesi hiç değişmez. Zaten kızı da annesinin rehabilitasyona girmesi gerektiğini düşünüyordur. Gazel, o günleri ‘hayatım mahvoldu’ diye özetler; mahvolduğu günlerin izi hiç silinmez.

“Gece lambası yakmadan uyuyamıyorum. Kapıların önüne bir şeyler koyuyorum, birileri gelecek diye. Bizim tedaviye ihtiyacımız var. Devletin o zamanda içeriye düşen tüm çocukları tedavi ettirmesi lazım. Kimseye güvenim yok. Erkeklere hiç güvenim yok.”

Dosyamda ‘gizli’ ibaresi

Gazel’in sıkıntılarından en büyüğü de hâlâ tecrit edilmişlik hissi yaşaması. Bu hissi ilk yaşadığı gün de, mahalleye ilk dönüş yaptığı gündür.

“Mahalleye gittim. Herkes bana öcü gibi bakıyor. Ben 12 Eylül’den sonra işe giremedim. Devlet dairelerinde sınavlara girdim, başarsam bile fişlenmişim ya -o zaman fişlenmek vardı- sınavı kazansam da memur olamadım. Özel bir fabrikaya girdiğim halde dosyamda ‘gizli’ diye bir kağıt gördüm. Üç, beş ay orada, beş yıl burada derken kendi çabamla dışarıdan yatırdım primimi, emekli oldum. O da olmasa yaşayamam.”

Koğuştaki sesler bizim seslerimizdi

Gazel şimdi yargılama yolunun açılmış olmasına da inanmıyor. Kenan Evren’e de bir mesajı var: ‘Sıraya konulmuş işkenceye götürülen kızların, erkeklerin resimlerini çizsin!’

Kenan Evren anarşi vardı, ortalığı düzeltmeye geldim, demişti. Peki, bu anarşiyi ben mi çıkardım? Ben mi adam öldürdüm? Kayseri’de bir sürü olay oldu. Yusuf Aslan öldürüldü, Mustafa Kulkuloğlu öldürüldü. Benim mahallemde, yolcu otobüsünden inmiş biri mahalleye giderken yarı yolda çocuğun kulağını kesmişler, dövmüşlerdi. Çocuğun hiç siyasetle alakası yoktu. Bunları ben mi yapmıştım da 12 Eylül’den üç gün sonra beni aldılar. Benim gibi insanlar mı yaptı? İşte diyorlar ki biz de yaşadık o dönemleri. Bir kanalda izledim, o dönemde işkence görmüş bir adam diğer koğuşlardan gelen bağırtıları anlatıyordu, o benim seslerimdi, solcu kızların sesleriydi, solcu erkeklerin sesleriydi. Neler yaşattılar bize…”

Kenan Evren bizim resmimizi çizsin…

“Şimdi siz diyeceksiniz ki neden bu kadar sustunuz bunca yıl da, bu iktidar geldikten sonra böyle serbest oldunuz… Ben, kendi kendime ‘Her 12 Eylül günü meydana gitsem, bunları anlatsam’ diyordum. Kendi kendime bunları neden yaşadığımızı soruyordum. Kenan Evren resim çiziyor ya, ne çizsin biliyor musunuz; küçücük kızların, erkeklerin resimlerini çizsin, arka arkaya dizilmiş, tuvaletlere götürülen ya da zorla dışarı çıkartılıp zorla İstiklal Marşı söyletilen ya da İslam’ın şartının saydırıldığı çocukları çizsin. Bizim gibilere rehabilite odaları kurmalı devlet.” (Selma Kara/Röportaj Haber)

 

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here