Ana sayfa Mekânlar Fethiye’de dünyadan uzak bir mekan: ‘Işık Kapısı’

Fethiye’de dünyadan uzak bir mekan: ‘Işık Kapısı’

656
0

Evet, Işık Kapısı’ndan girdim içeri. Aslında röportajı yapar çıkarım, 3 saat falan kalırım diye düşünüyordum ama oradaki huzur beni o denli etkiledi ki, “Bu gece kalabilir miyim?” sözleri dökülüverdi ağzımdan.

Serde gazetecilik olunca, her olayın, olgunun ta içine kadar girmeyi adet ediniyorsunuz. Işık Kapısı’nda biraz daha fazla kalma isteğimde bu duygu kadar buradaki huzurdan kopmama isteği de vardı.

Çok klasik olacak ama modern dünya sırtlanlar dünyası gibi. Sırtlanlara da hakaret ediyoruz gibime geliyor bunu söylerken gerçi; muhtemelen insan kadar planlı kötülük yapmıyorlardır.

Buradaki huzuru biraz açmam gerekirse; Işık Kapısı’nda yaşayanlar huzurlu ama dışarıdaki ağaç, evdeki fincan, sazlar, dışarıdaki hayvancıklar, uçuşan sinekler, daldaki dutlar –çok lezzetliydi aynı zamanda- hepsi huzurlu…

Hele bir Mia var ki; köpekçik, sonra Seher; o da eşek, onlar bile çok huzurlu ya hu…

Köylerin şehirlerden biraz daha huzurlu olduğunu varsayarız ya; ama ne hikmetse o huzurlu yerlerde bile bahçelerdeki köpekler saldırgandır. Burada öyle bir şey yok işte.

Köpek neden saldırganlaşır durduk yerde? İnsan gibi işte; sürekli huzursuz ederseniz, kaybetme duygusuyla sınarsanız saldırganlaşıyor köpeği de, insanı da. Işık Kapısı’nda bunlar yok; sadece sevgi var. Klişe gelebilir ama gerçekten sadece sevgi var.

Köy demişken; Işık Kapısı’nın içinde bulunduğu Yakabağ’dan söz edeyim biraz. Burası Fethiye’nin yakınında Eşen’e bağlı. İçerisinde marketi, bakkalı bile olmayan bir köy. İnsanlar da kendi işinde. Bakkal olmaması enteresan ama gerçek bu. İhtiyaçlarını ya Eşen’den ya da arada bir gelen çerçilerden sağlıyorlar. Ekip dikerek geçiniyorlar.

Köyün ruhu mu Işık Kapısı’na uyum sağlamış zamanla, yoksa zaten ruhları uyduğu için mi Işık Usta buraya gelmiş bilinmez…

Yakabağ girişinde indim. Beni almaya Melih geldi. Yolda biraz sohbet ettik ama gerçekten biraz… Işık Kapısı’nda kimse boş lakırdıyı sevmiyor, çok konuşan yok. Herkes kendisiyle konuşur gibi bir halde. Konuşmadan da anlaşıldığını burada gördüm.

Yaklaşık 2 kilometrelik bir yoldan sonra Kapı’ya geldik. Dış kapıda fındık ağacı karşıladı beni. Köyümün ağacı ne de olsa, mutlu oldum. Hemen yanında da bir nar ağacı; nar bereketin sembolü. Muhteşem bir yeşilliğin arasında dik bir yokuş çıkıyor, o yokuşun başında da Işık Kapısı.

Girdik içeri. Birkaç kişi daha vardı. Çağla ile tanıştık. Sonra Yaman… Diğer arkadaşın adını halâ bilmiyorum ama önemi yok, güzel bir arkadaştı; arkadaştı…

Biz öyle ufaktan ufaktan sohbet ederken Işık Usta geldi içeri. Elini uzattı. Dost sıcaklığı…

Sonra onunla da biraz sohbet ettik. Sonra kahvaltı faslı. Çağla’ya yardım etmeye çalıştım. Burada herkes her işe koşuyor. Kimse birbirine iş buyurmuyor, işler ortada kalmıyor ama iş yapılsın diye de modern dünyadaki gibi zorlama bir çaba yok. Bilinçlilerin toplumsal sözleşmesi imzalanmış sanki.

Kahvaltıda daha uzun sohbet ettik. Çağla’nın Gürcü olduğunu öğrendim; fındık, nar, Işık Usta’nın sıcak dost elinden sonra dördüncü güzel haber ya da rastlantı… Ama o da bir kimlik değil, sadece zenginlik…

Işık Usta’nın soyadı da Işık imiş bu arada. Anne tarafından Erzincan, baba tarafından Tuncelili. Tam tersi ise affola. Bir Alevi çocuğu yani. Ama her şeyde olduğu gibi onu da kimliği olarak görmüyor. Aslında kimlik derdi yok demek daha doğru olur. Saz onun dünyası dolayısıyla. Sadece bir çalgı olarak bakmıyor duruma.

Burada da saz yapıyorlar, Kapı’nın var oluş sebebi de bu. Ama usta-çırak ilişkisi ile. Işık Usta, usta-çırak ilişkisini; el ele, el Hakk’a gibi tanımlıyor.

Saz yapmaya talip olanlar, eski usulle kendi sazının her bir şeyi ile uğraşıyor. Sazın teknesini zımparalarken, kendisini de zımparalıyor yine Işık Usta’nın tabiriyle. Bu da kapıdaki sabır süreci…

Şimdi; kapı, sabır dedim diye burada dinî, tarikatvarî bir oluşum hayâl etmeyin, çünkü öyle bir şey yok. Kimin ne dininden olduğunun bir harbiyesi yok, kıymeti elbette var. Dinle ilgili de bir kimlik dertleri yok dolayısıyla.

Burada benim gibi geçerken uğrayıp kalanlar da var –umarım daha uzun da kalacağım-, bilip de gelenler de.

Para geçmiyor. Bir saz kendinize, bir saz da Kapı’ya yapıyorsunuz. Ya da yapmıyorsunuz…

“Parasız hayat mı olur?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Para ile işleri var ama dertleri yok.

Nasıl kazanıyorlar derseniz, onun yanıtı da videoda.

O halde ben çok yazmamayım, videoya bırakayım bundan sonraki sözü.

Ama yazıyı okurken de, videoyu izlerken hikayenin eksik olduğunu, tamamlamak isterseniz Kapı’ya varmanız gerektiğini ama varsanız da hikayenin yine de bitmeyeceğini bilin.

O halde; haydi girelim, Işık Kapısı’ndan içeri…

DilNot*: Bu hikayeye girişimi sağlayan sevgili Cemal’e teşekkür ederim…

* “DilNot”, şair Sezai Sarıoğlu’na ait bir tanımdır…

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here