Ana sayfa Mekânlar Bir Dersim tanıklığı: Hökümat teslim…

Bir Dersim tanıklığı: Hökümat teslim…

238
0

Hıdır Efe, 9 yaşında Dersim Olayları’nın tanığı olmuş. Tunceli Bor köylü Hıdır Efe, 1973 yılında Kayseri’ye devlet tarafından yerleştirilenlerden. Son yıllarda gündeme gelen ‘Dersim Özrü’nü; kendi deyimiyle “Hökümat”a teslim olmanın ardında yatan gerçekleri, yıllarca sorguladığı biçimde oldukça tarafsız ve hiç bozmadan aktardı.

Olaylar olduğunda kaç yaşındaydınız?

9 yaşındaydım. Aklımız eriyordu, asker geldi Tunceli’ye. Gençleri askere istemişler, gençler de biz asker olmayız demişler. Cahilliktir yani ne olacak, devletin ne olduğunu bilmiyorlar, kanunun ne olduğunu bilmiyorlar. Okumak yok, yazmak yok, kayıt yok. Dağın başında doğmuş, orada büyümüşler yani… O zamanın döneminde kendi aralarında aşiretlik varmış, hükümetin ne olduğunu bilmemişler, memleketin ne şekilde olduğunu bilmemişler. Herkes kendine göre yaşamış.

Tunceli’nin hangi köyünde yaşıyordunuz?

Tunceli’nin Demenanlı Bor köyündeydik. Ben o zaman çocuktum, evden bir yere gitmiyordum. Dediler ki, asker yol yapma parası istiyor, yolda çalışanlar çalışacak, çalışmayanlar da para ödeyecek. Kimisi karşı gelmiş, para mara vermeyiz demişler. Asker gelmiş Tunceli’nin içine. Aşiretler kalabalıktır, saysan 40 aşiret var, belki de fazla. Bunlar konuşma yapıyorlar, anlaşma yapıyorlar, karşı gelelim memleketimizi bırakmayalım askere diyorlar, sonradan da cayıyorlar. Bizimkiler de cahillik işte birkaç genç dağa çıkmış biz teslim olmayız demişler; 30, 40 genç, genç dediysem. Asker geldi, bizim köyün yüksek noktasına, yaylaya çıktığımız yere çadırı kurdu, askere karşı durmadık yani. Olay molay çıkmadı daha, biz de yayladaydık, yayla zamanıydı. Oraya çadırı kurdu, gençler dağdalar tabi, öbürleri köyde. Köyden bizi boşalttılar, Tunceli’nin etrafındaki köylere yerleştirdiler. Yaz günüydü, cevizlerin, armutların altında ufak bir hayma yaptılar oturdular. Teslim olduk, karşı gelmedik yani.

Karşı gelseydiniz ne olurdu?

Vallahi işte bilmiyorum. Zaten bizim aşiret (Demenanlı) azdır, silahı yok, topu yok, tayyaresi yok, nasıl karşı gelsin. Öbür aşiretler hiç sesini çıkarmadı, akıllı çıktılar yani. Halbuki konuşmuşlar, anlaşma yapmışlar hepimiz karşı geliriz diye, sonra da yerinden oynamamışlar yani. Asker geldi Tunceli’ye doldu. Biz teslim olmuşuz, amcalarım, dayılarım. Sade bizim köyden bir kaç genç dağa çıktı ama onlar da gelir, teslim olurdu aslına bakarsan. Çocukların bir kısmını evde okutmaya başladılar. Erkekler Tunceli’de asker için yapılan kışlalarda çalışıyorlar. Biz teslim olmuşuz, yazılıyız orada. Bu 2, 3 ay sürdü hemen hemen. Çocuklar okula gidiyor, erkekler çalışıyor. 3 ay geçtikten sonra teslim olan ahaliyi götürdüler, Munzur’un kenarında, derelerde kırdılar.

Niye teslim olan ahaliyi kırdılar?

Vallahi ben ne bileyim, öyle emir almışlar. Baştaki Celal Bayar’dan emir almış, devletin büyüklerinden hep imza almış, kırma emrini almış gelmiş, öyle dediler. Islah olmuyorlar deyiymiş. Atatürk zamanında, “Dersim bizim çeperimizdir, bizi koruyor, onlar Müslüman devlettir, Müslüman millettir ama kanun bilmiyorlar, devleti bilmiyorlar.” demiş. Gidersen teslim al, ıslah et demiş. Bu da kırmaya emir almış, gelmiş Dersim’i kırıyor. Ta Malatya’ya kadar kimse kalmayacak demiş, dediklerine göre. Neymiş, yol parası vermiyor, yol yapmıyor, asker vermiyorlar… Yani o manayla…

Nasıl kırdılar, nelere tanık oldunuz?

Biz teslim olmuştuk, Pilvenk köyü yakınlarında oturuyoruz o zaman. Ekin biçme zamanıydı. Babam gitti, alay kumandanından izin alsın ki, gidelim de ekinimizi biçelim. Ekin yetişmiş, tabi Türkçe bilmiyor ama tercümanla konuşuyor,  Usvanlıdır tercüman. Gitti geldi, izin vermiyorlar. Babam dedi ki, yasakmış. Yani, köye gitmek yasak. E ne yapalım, ekin biçme zamanı gelmiş. Annemle konuştular, gece bir taraftan gidelim de çekelim diye. Yollarda askerleri nöbetçi dikmişler, gitmek gelmek yasak. Biz gece iki bacım, annem, babam ben, ufak tefek yanımıza bir şeyler aldık. Gece köye gittik. Kaçak gittik ama.  Gittik ki ekinleri yakmış askerler. Katırlarla malzeme taşıyorlar, evleri de yakmışlar… Biz de o dağdaki gençlerin yanına gittik, geri yerimize gelemedik korkumuzdan. Kaçak gitmişiz biz de onlara takıldık, gençlerin yanına vardık. Biz gittikten sonra teslim olan ahaliyi götürdü kırdı. Erzincan suyu Tunceli’de Munzur’la karışır, Marçik düzü var işte o tarafta. Kimini o tarafta toplamış, kimini Munzur tarafında toplamışlar, silah sesi geliyor, biz dağdayız. 2. gün oldu akşama doğru, baktık ki yaralılar çıktı geldi, ölülerin altında yaralılar kalmış… Hüseyin Gül, bizim gelinin amcaları, benim vefat eden hanımım, onun kardeşi… Yaralılar dediler ki, ahaliyi bütün kırdılar. Çalışan erkeklerin elini kelepçeliyorlar, götürüyorlar dereye kırıyorlar…

“DEVLETİ, ASKERİ BİLMİYORLAR”

Silahla mı öldürüyorlar?

Silahla, süngüyle öldürüyorlar. Adam, zalım oğlu zalım, kırma emrini almış gelmiş. Halbuki bu teslim olan milleti niye kırıyorsun, ne suçu var? Bunlar daha devleti bilmiyor, bunlar askeri bilmiyor, kanun bilmiyor. Okumak yok, yazmak yok, bir şey yok. O dağda büyümüşler, doğmuşlar orada kalmışlar, yer bilmiyorlar. Teslim olan ahaliyi götürdü, kırdı. Ondan sonra dağdakiler karşı durdular, çarpıştılar. Tuzak kurdular, her tarafta asker çadır kurdu, her tarafta asker yığnama yaptı. Dağlarda biriktirdi askeri, arama yaptı, tarama yaptı ormanları, mağaraları… İlk önce bizim davarımızı, sığırımızı elimizden aldılar. Daha biz köydeydik o zaman, elimiz bomboş kaldı. Gençler de ilk bundan karşı durdular. Dediler ki, bizim babalarımızı, amcalarımızı, akrabalarımızı götürdü kırdı, artık biz de ölmüş sayılıyoruz, çarpışacağız, ne zaman ölürsek öcümüzü alacağız. Biz de onların yanındayız. Bu tam bir yıl sürdü. Bir yıl oradan oraya saklandılar.

1 yıl boyunca öldürmeler devam etti mi?

Devam etti tabi. O öldürmeden sonra 1 kış geçirdik dağda. 2. yaz geldi, açız, dağdayız. Dağda kalanlar köylerden baskın yapıyorlar, alıp getiriyorlar, kimsenin rızayla bir şey verdiği yok ki. Dağdalar, açlar, ne yapsınlar… Ekinler firik olmuş. Annem babama dedi ki, “Bu kadar milletimizi götürdü, kırdı, amcalarını, dayılarını, onlar gitti, biz onlardan mı kıymetliyiz, gidelim teslim olalım. Öldürürlerse öldürsünler.” Haber gelmiş, öldürmek yok ama inanmıyorlar, teslim olanları kırmışlar bir kere. Ondan sonra çarpıştılar askerle. En son çarpışma Laç Deresi’nde oldu. Kıstırdılar bizi mağarada. Orada gençler askerle 1 hafta, 10 gün çarpıştılar. Başka aşiretlerden de adamlar gelmişti oraya barınmak için. Sonra gençlerden biri vuruldu, aşiret ağasıydı. Bunlar kaçmaya başladılar, gece Usvanlılar mağarayı tarif etmiş askere. Bir bombayla mağaranın kapısında 3 kişiyi öldürdüler. Haber geldi İbiş vurulmuş dediler. İbiş o aşiretin başıydı; değerli adamdı yani. Onun vurulmasıyla asker hücum etmiş, havan topunu yuvarlamış. Ama başka yandan bizim bu taraftan bir adamın İbiş’e gıcıklığı varmış o vurmuş diyen de oldu. Artık o vurulunca silah kesildi. O gece onu getirdiler, defin etmişler. Ondan sonra silah sesi kesildi, kaçmaya başladılar gece. Ama gündüz gece mağaradan kurşun eksilmiyor. Bir hafta, 10 gün sürdü bu kavga. Babam bir gece dolaştı geldi, erkeklerden kimse kalmamış, sade çocuklarla kadınlar kalmış onu söyledi. Annem babama dedi ki, “Ölenler bizden kıymetli midir? Açız, gidelim.” Biz çıktık ki mağaranın kapısına yağmur gibi kurşunlar başladı. İşaret mermisini atıyorlar, ay doğmuş gibi ışıyor. Köye doğru geldik, bizimkilerden 3 kişi dinelmiş, asker mi bizimkilerden mi anlayamadık. Sonra dinledik ki bizimkilerden. İki kardeş bir de çocukları. Bunların kocası demiş ki, ben biraz bakayım yol açıksa dönüp sizi alayım. Sonra babamla bir oldular. Babama kafa tuttu arkam sıra geldin diye, bizi önüne düşürecek. Babam da dedi, ‘”ölmüşüz arkan sıra ne geleyim?” Biz onları bıraktık, o çocukları ailesini almamış, sıvışmış gitmiş. Geri dönerdi, sabah da yakındı ama dönmedi. Biz onu geçtik, 3, 4 kişi daha duruyor ileride. Onlar da bizimkilerdenmiş. 4 erkek, 1 kadın, kucağında ufak bir çocuğu. Onlar da oranın yolunu bilmiyorlar, babama yalvardılar, “Hasan sen buranın yerlisisin önümüze düş bizi götür.” dediler. Babam düştü önlerine, oralar karış karış gezdiği yerler, biliyor. Askere yaklaştık, asker ateş yakmış gece, geçilecek yollara tel bağlamış ki, takılsınlar duyalım diye. Yaklaştık, tele değdik, asker uyandı. Bizim oradaki silahlı adamlar askere silah sıktı. Biz de çemberi yardık çıktık, kurşun yağıyor ama bize değmedi. Ahmet’le Kamber de bizim arkamızdan çıkmışlar. Bizden sonra 3. gün almış asker mağarayı. Orada kadınları, çocukları kırmış, kaçan gençler de Muzur çayını geçmiş kurtulmuşlar. Sabah şafak söktü biz kaçarken, askerden biraz uzaklaştık, orada cevizler var, çeşme var, çeşmeden suyumuzu içtik. Mağaraların orada durduk. Mağaranın üstünde ateş yanıyor, kaynıyor, mağaralar harp… Boyuna ateşliyorlar mağaraları, ortalık yanıyor kavgadan, silah sesi, bomba… Biz orada 2 gün kaldık. Ormanın içine vardık. Asker geldi istirahat etti akşama doğru. Biz askeri görüyoruz. Orada toplandı asker, öyle keyifli, öyle keyifli türkü söylüyorlar ki yani harbi kazandık, kimse kalmamış gibi. Oradan Dolubaba Dağı’na çıktı, orda da çadırların çok olduğu yerler var. Haydar’ın babası Hasan’ı da mağaradan yakalamışlar, o da onlarla beraber. O da değerli adam ama eşkıya başı değil. Onu Dolubaba çadırına kadar götürdüler. Onun karısı da varmış ama gece silah sıkılınca kaçmışlar, dağılmışlar. Kadın kucağında çocuğuyla birlikte çalıların altına saklanıyor, asker onu çalının altında görüyor ve sus diyor, onu görmezlikten geliyor, geçip gidiyorlar. Kocasını da alıp götürüyorlar.

“TESLİM OLUN, ÖLDÜRMEK YOK”

Siz nasıl kurtulabildiniz?

Asker artık köylerden yavaş yavaş Tunceli’ye çekildi. Arada bir arama yapıyor sade. Biz dağda aç kaldık, aç kalınca annem dedi ki babama, “Gidelim teslim olalım. Ben çocuklarımı alıp gidip teslim olacağım.” iki bacım, bir de ben dağdan geldik köye. Tarlalar da firik olmuş, dane dökülmüş. Serbestti, topladık. Kavurduk firikleri, birazını el taşıyla çekti annem, suyla ıslattık yedik, açız, ne yapacaksın… Gece yarıyı geçti. Köyün karşısında ormanlık var, oraya oturduk. Dedik ki asker bizi gördü, bu gece köye baskın yapar. Orada ağacın altına yattık. Sabaha karşı,  annem uyumamış, “Kalkın asker bizi yakalamış.” dedi. Şafak daha yeni söküyor. 3 tane asker ayrıldı, bize doğru geldi.

Babanıza ne oldu?

Babam bizimle gelmedi, mağaradakilerin yanında kaldı. Sonra 3 asker doğru bize gelmiş. Biz dedik ki, dere vardı orada, susuzsa onun için geliyorlar belki, suyu geçince bize geldiğini anladık. Bacım anneme teslim olalım, kaçmayalım dedi. Tercüman bağırıyor, af gelmiş, öldürmek yok, gelin teslim olun diye. Ondan sonra askerler bize doğru gelince, annem; ‘Kızım kaçın kandırıyorlar teslim olanı öldürdüler, hiç olmazsa kurşunla ölün süngü acı verir.’ dedi. Bacım sıçradı, bizden büyük, ben de onun arka sırası fırladım, Çorum’daki küçük bacım da kaçtı. Ben bacılarımı görmedim, nereden kaçtı nereye gitti, annem vuruldu mu haberimiz yok… Ben de bir tümsek var onu geçince meşenin altına girdim. Biz yerimizden oynadık ki, yağmur gibi kurşun yağdı… Asker aradı her tarafı, ölen yok. Bu arada akşam gölgeleri dönmeye başladı. 3 asker küçük bacımı bulmuş, benim saklandığım tümün üstüne çıktılar. Usvanlı tercüman bacıma soruyor ben duyuyorum, bacım, ‘Annem, kardeşlerim var.’ dedi. Annem de benim tümden daha aşağıda, kayanın altına girmiş, bayılmış ki dünyadan haberi yok… Öteki bacım da meşenin üstüne çıkmış, asker gelmiş altından geçmiş, görmemiş. Bacım “abi” diye çağırıyor, “anne” diyor, “bacı” diyor, “öldürmek yokmuş.” diyor. Dayanamadım, meşenin altından çıktım, elimi kaldırdım, “Hökümat teslim, teslim…” dedim. Güldüler, güldüler, güldüler… Usvanlı bana dedi ki; “Anneni,  bacını çağır, ölmemişler.”

Biraz da ben çağırdım;

“Anne, bacı gelin teslim olun öldürmek yok.”

Bacım geldi, annemi bulduk. Bizi aldılar oradan ses seda yok, köyün içine geldik. Bacımın birini atın üstündeki heybenin içine koydular, beni de hayvana bindirdiler. Çocuğum hoşuma gitti, at sallandıkça ben de sallanıyorum. Usvanlı tercüman heybeye süngüyü taktı, bağırdı bana sallanıyorum diye. Orada rütbeli bir asker vardı, Usvanlı tercümanı çağırıp ona bağırdı, “Artık öldürmek yok.” dedi. Dağ yolundan çadırlara gidiyoruz. Gittik, asker yemek yiyordu, bize de yemek yedirdi. Ama bir iyi davrandılar, bir asker vardı bana çok iyi hizmet etti. Sonra bizi Elazığ’a götürdüler. Orada 2 hafta kaldık, sonra Çorum’a gittik. Ben de 1973 yılında devletin bize verdiği evlere, Kayseri’ye geldim.

“SUÇUMUZ NEYDİ?”

Şimdi Dersim çok konuşuluyor. Başbakan özür diledi. Sen ne diyorsun bu konuşulanlara?

Hatasız adamları öldürdüler. Bunlar kanun bilmiyordu, devleti bilmiyordu, Türkçe bilmiyordu. Gençler de belki teslim olurdu. Boşuna milleti kırdılar. Devletin çok suçu var. okul nedir görmedik, devlet nedir bilmedik, asker nedir görmedik… O koca dağın içindeyiz. Biz halbuki ıslah olacaktık, bizi teslim alacaktı, bize zarar vermeyecekti. Zarar vermeseydi Dersim Müslüman milletti. Hakaret etti bize devlet. Biz karşı gelmedik, amcalarım, dayılarım, hiçbirimiz karşı gelmedik. Teslim olduk. Teslim olduktan sonra niye bizi kırdı? Suçumuz neydi?

Niçin yıllar sonra bunu konuşmaya başladılar?

Bizim de suçumuz var idi elbet, ama devletin daha çok suçu vardı. biz devlet bilmiyorduk, asker görmemiştik. Demek ki devlet şimdi suçunu kabul ediyor ki konuşuyor. Suçunu affettirmek istiyor.

“BİZ DEVLETİ AFFEDELİM, DEVLET DE BİZİ AFFETSİN”

Sen affeder misin?

Affedeceğim tabi. Affın olması lazım. Biz de artık biriz. Aslımız, neslimiz, toprağımız, yurdumuz birdir. Onlar da asker görmemişler, kanun bilmemişler, devlet bilmemişler isyan etmişler. Şimdi biz devleti affedelim, devlet de bizi affetsin.

Konuşunca, özür dileyince haklarınızı almış gibi hisseder misiniz?

Bizim hakkımızı devlet biraz zor öder. Biz o dağda davarla, sığırla geçim yapıyorduk. Bir sürü davarımızı, sığırımızı, adamlarımızı aldı, gitti. Amcalarımızı, dayılarımızı, çocuklarımızı… Devlet bu zararın altından kalkamaz bence.

Dersim’e dönmeyi ister misiniz?

Evlerimizi iki sefer yaktı. Evlerimizi yapsın, ortalık iyi olsun. Biz yine köyümüze dönmeyi isteriz. Ama evlerimizi devlet yapacak bize teslim edecek. Devletin bizim zararımızı ödeyeceğini sanmıyorum ama. Biz vazgeçtik artık zaten. Ben affederim ama belki başkası affetmez ona karışamam. Allah gençlere, kalanlara sağlık versin. Artık onlar geçmiş, gitmiştir. Ben affederim…

(Selma Kara/Röportaj Haber)

*Röportaj ilk olarak Kayseri Anadolu Haber gazetesinde 2011 yılında yayımlanmıştır.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here