Ana sayfa İnsanlar 8 Süngülü Dersim Mağduru

8 Süngülü Dersim Mağduru

276
0

1988 yılında Kayseri’ye yerleşen Haydar Çakmak’a, 10 yaşında tanık olduğu Dersim Olayları’ndan 8 süngünün izi kaldı. Kayseri’de Hoca Ahmet Yesevi Mahallesi’nde yaşayan Hozat doğumlu Haydar Çakmak, hatırındakileri ve ağabeyi haricinde kaybettiği ailesini geçmişe gömmeye çalışsa da, olaylardan kendine yadigâr kalan 8 süngü yarası buna izin vermiyor. Olayların her durumda olduğu gibi iki tarafı var. Bu röportajın tarafı yok (Hangi tarafın ne ölçüde haklı olduğu hem tarihçilerin işi hem de tarihte meydana gelmiş olayları günümüz şartlarından bakıp değerlendirmemek tarihçi olmayan bizlerin işi değil), sadece tanığı ve o tanığın ağzından çıkanların aynı biçimde aktarılması durumu var.

İsyan öncesinde askerlerle ilgili söylentiler olur muydu büyükler arasında?

Öyle bir şey olsa bile biz nereden bileceğiz, çocuktuk o zaman. Karnımız doyarsa yeterdi. 38’de oraya Dersim derlerdi, sonra Mamekiye oldu, sonra Tunceli, o taraf muhitimizde Uçhisar aşireti vardı, herkese karşıydı onlar, devlete de biraz karşıydı. Onların elinden çekerdik. Her aşiretin ağası vardı.

Askerin ilk köye geldiği zamanı hatırlıyor musunuz?

O zaman köy kalabalıktı. Tam harman zamanıydı. İyice hatırlıyorum, başka köyde dumanlar çıkıyordu, köyde büyükler toplanmış derlerdi ki, “Asker köyleri yakıyor.” O köyün dumanı çıkıyor, falan köyün dumanı çıkıyor, kimse de bir yere gitmiyor. Gangoza’dayız ondan bir ay evvel, Gangozalıları öldürdüklerini duyduk. Yusuf Cemil diye biri vardı, Gangoza’da. Bir zaman orada komutanlık yapmış, onun oğlu zabitlik yapan Muhammed Ali vardı bir de, onları Hozat’a götürüyorlar, orada öldürüyorlar söylentilere göre. Sonra işte asker bir akşama doğru bizim köye geldi. Köye girdiği zaman erkekleri ayrı, kadınlarla çocuklar ayrı topladı. Annemle ben kadınların içine gittik. Bizi köyün yanında bir tarlaya topladılar. Yarım saat, bir saat orada sorgu oldu. Bizi aldılar, daha başka bir yere götürdüler. 300 kişiden belki daha fazla insan vardı orada. Silah sesi geliyor, tarıyorlar yani. Bir, iki defa anam bana “Sana bir şey değdi mi?” diye sordu. Önce değmedi, yalnız bir defasında bir koltuğuma değdi. Ben sordum cevap vermedi, sordum cevap vermedi. Güz zamanıydı, arpalar tarladaydı, bu defa da asker, arpaları ateşe verdi. Ateş geldi bana kavuştu. Ateşten dışarıya attım kendimi, asker beni süngüledi. Yuvarlaya yuvarlaya derenin içine attılar beni. Ama ben daha korkmuyorum. Kalktım, derenin içine oturdum. Güneş batma zamanı asker çekti, gitti. Bir kadın kalktı, dedi ki; “Sağ olanlar, kalkın gidelim.” Biz, o kadar milletin içinde dört kişi kalktık, kadının arkası beri yürüdük. Bir Ermeni kızı, o kadın ve bir de benim hemşerilerimden bir kız daha vardı. O kızla, kadın nereye gitti bilmiyorum… Bir yorgan rast geldi bize, o yorganın altına girdik Ermeni kızla, ben derenin yanına gidiyorum, su içip geliyorum, yine yorganın altına giriyorum. Kıza çağırıyorum, su içelim diye kalkmıyor. Ölmüş haberim yok; yani çocuğum ölümü bilmiyorum o zaman. O yorganın içinde, bayılıyorum, uyanıyorum, bir günle bir gece oluyor. Yan tarafında bir üzüm bağı vardı. O bağa girerdim. Üzümün suyunu emerdim, çünkü üzüm boğazımdan gitmezdi. O vaziyette 8 gün dışarıda kaldım. Korku morku yok, açlıkta yok, hatırıma gelen; eve gideceğim ama ev yanmış, yok olmuş onları da bilmiyorum. O sekiz gün içerisinde bir gün gittim, suyun başında gömleğimi çıkardım, suya koydum ufalıyorum, güya kurusun da eve gideyim diye düşünüyorum. Bir ses geldi. Döndüm baktım iki asker, bir sivil. O dakika korkuyu gördüm. Benden ne soruyorlar onu zaten bilmiyorum, Türkçe bilmiyorum ki. Bilsem de dilim tutuluyor korkudan. Oraya bir şey indirdiler, gittiler. Aklım başıma geldiği zaman o gömleğimi sudan çıkarttım, serdim. Gittim onların bıraktığı yere, iki tane beyaz bir şeyle, iki tane ekmek var. Biz o zaman ne bilelim şeker falan, iki tane kelle şekermiş. Onları emdim. Yine yiyemiyorum. Artık gömleğimi de giydim. Eve gideceğim. Oysa ev yanıyor, koca köy yanıyor…  Öyle yanıyor ki, bir günde bitmiyor yanması. Birkaç tane kurtulan olmuş, onlar beni yürürken gördü. İçlerinden biri akrabamdı, beni arkaladı. Yakında bir mezraya kadar götürdü. O mezra yanmamış, o gün yattık, lapa mıydı bilmiyorum, onları yaralarıma vurdular. Sonra ben yine yalnız kaldım, bir başka gün biri sakallı, üç erkek başka birilerini gördüm. Hepimizi yakaladılar, bir tek ben yaralıydım içlerinden. Sakallı olanla ötekinin ellerini arkadan bağladılar. Sakallı olan “Ellerimizi sökün” dedi. Biz sökmeden kendi söktü, kaçtı. Öteki büyük adamı götürdüler, devlete teslim ettiler. Bizi orada bıraktılar, gittiler. Bu yakalama emri bittikten sonra, başka bir mezradaydık biz. Bir kardeşim vardı biraz benden büyük, aklı ermediğinden midir, nedir, bana sahip çıkmıyordu. O belimdeki yaraya elimi atıyordum, elime kurt geliyordu. Gazyağı yok o zaman ki süreyim. Bir, iki ay orada kaldık, güzdür, herkes açtır, susuzdur. Akrabamız, kardeşimle bizi aldı Tavuk köyüne götürdü. Orada bir adam beni, bir başkası da kardeşimi yanına aldı. Ekmek verdi. 38’den 45’e kadar, o vaziyet elin kapısında kaldık. 45’ten sonra çobanlık işine veridiler, orada para da aldık. İki sene birisinin yanında kalmışım 15 lira para vermiş. İki sene birisinin yanında kalmışım, bir kat yatak vermiş. 48’den sonra biraz kendimizi toparladık. Hayat öyle geçti…

 Askerler sizi topladığında diğer kardeşlerinize ne oldu?

Biri kaçtı, benden daha küçük kardeşim yanımızdaydı. Hatta benim en küçüğümün karnına asker süngüyü aktı, ateşin içine attı. Ben o zaman yaralıydım, bıraktık gittik, hangi birini söyleyeyim. Dedem sağdı, anam sağdı, babam sağdı ama bir benle, benden büyüğü kaldı.

10 yaşında Dersim olaylarının mağduru olan Haydar Çakmak

“Vade dolmuştu kimse kaçmıyordu”

Erkekleri nereye götürdüler?

Erkeklerden haberimiz olmadı ama duyduğum, Gangozalar’ın duvarının oraya dizmişler, hepsini orada kurşuna düzmüşler. Kim ne yapacak ki. Oradakilerden kurtulan olmamıştır zaten. Vade dolmuş kimse kaçmıyordu. Ondan evvel dağa çıkanlar kurtulmuştur belki. Erkekler kalabalıktı, köy kalabalıktı, kimseler kalmadı.

Orada yaşayan Ermenilere ne oldu, onlara ne yaptılar?

İçimizde kırıldılar, yani teslim olmadılar. Bu Ermeni’dir, bu Alevi’dir, bu Sünni’dir, ona bakmazlardı ki, içimizde kırıldı hepsi.

Kilise var mıydı o zaman köyünüzde?

Vardı, son zamana kadar, o kilisenin taşlarından götürdüler mektep yaptılar, yerine de çeşme yaptılar. Ama millet ne bilecek şimdi su akan yerde kilise olduğunu.

O bahsettiğiniz aşiretlerin ağaları ne oldu?

O zaman devlet güya ağalarla anlaştı. Hepsini kendi merkezine çağırdı konuşmak için. Ama biz öyle biliyorduk. Hozat’ın ağalarını Hozat’a, başka yerin ağalarını kendi yerine çağırıyor deniyordu ama öyle değilmiş. Bir emir geliyor, herkes yerine kavuşmadan yolda öldürülüyormuş meğer.

“Kimseye kabristana girmek nasip olmadı”

Ağalar öldürüldükten sonra köylüler cenazesini almaya gitti mi?

Kimse alamadı, herkes dışarıda öldü gitti. Sonradan bir müdür gelmiş, o dışarıda kalanları bir kuyu açtırıp, kemikleri gömdürmüş, oranın insanlarına toplatmış yine. Kimseye kabristana girmek nasip olmadı. Ama o müdürün nereye gömdürdüğünü bilemiyorum.

Kenan Evren’in eşinin de Dersim evlatlığı olduğu söyleniyor, doğru mu?

Mehmet Ali Gangozalar’ın bir kızı vardı adı da Sakine’ydi adı. Uzun boylu bir şeydi, saçı omuzlarına gelirdi, ağa kızıydı, bakımlıydı da. Ben o zaman 10 yaşındaysam, o da benden 3 ya da 4 yaş büyüktü. Arkadaştık, ben onların konağına giderdim, orada oynardık. Anasının adı da Cemile’ydi. Askerler gelince babası eşkıyaların içine katılmış, orada da vurmuşlar, kızın ne olduğunu kimse bilmiyor. Son zamanlarda o kızın Kenan Evren’in eşi Sakine olduğunu söylediler. Ama yalan ama gerçek, böyle konuşurlar… Sonra akrabalarından Aziz diye biri aradı ama hiçbir şey demedi, bulamadı mı ne etti, bilemedik.

“Devlet haksız değil”

Devlet neden böyle bir şey yaptı size göre?

Devlet haksız değil. O kadar aşiret birbiriyle uğraşırsa, birbirine kötülük yaparsa, sonra da o kadar şikayet olursa devlet ne yapsın? Birbirine hayrı olmayan insanın devlete ne hayrı olacak? Kimi de diyor ki, Fevzi Çakmak yapmıştır bunları, ben ona da katılmıyorum, Fevzi Çakmak o zaman mareşal, asker gelip kırana kadar Fevzi Çakmak’ın haberi olmuyor da, sonradan mı haberi oluyor?

“Olayların tekrar konuşulması propaganda”

Eskiden Dersim konuşulmazdı, son bir senedir konuşulmaya başlandı, Başbakan da “Dersim’de katliam olmuştur” dedi, bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Propaganda diyorum başka ne diyeceğim. Siyaset oyunu bunlar. Başbakan’a desem benim o kadar ailem gitti, malım kayboldu, Başbakan ne edecek bana…

“Devlete çok kırgınım”

Bunları yaşadığın için şikayetçi misin devletten?

Devletten her zaman şikayetçiyim, ben devletin iyiliğini görmedim ki… Ben o devletle bir konuşabilsem, çok anlatacaklarım var. Devlete içimden öyle kırılmışım ki, bir ben bilirim bir Allah bilirim. Kırıldık ama nasıl kırıldık, o kırılmanın içinde de çeşitli haller var. Eğer varsa, yapabiliyorsa bu İnsan Hakları bizim hakkımızı arasın. Mağdur olduk, kırıldık, ortada kaldık, neler çektik? 10 yaşındaki bir adam 8 yerinden yara aldığı zaman benim ne suçum var idi? Öldürdüler babamı öldürsünler, öldürdüler büyükleri öldürsünler, benim ne günahım var idi?

İnsan hakları ne tür haklarınızı savunsunlar?

Sebebi neydi, niye kırdın, bu Dersim sana ne yaptı, niye katliam yapıldı bunları sorsunlar. Kalan adamlar ne çekmişler, hiç mi bunların hakkı yoktu? Varsa versinler, yoksa da yok desinler.

(Selma Kara/Röportaj Haber)

*Röportaj ilk olarak, 2012 yılında Kayseri Anadolu Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here