Ana sayfa İnsanlar Kayseri’nin Yaşar Kemal’i…

Kayseri’nin Yaşar Kemal’i…

247
0

Kayserili yazar Emir Kalkan 2015 yılında vefat etti. Geriye çok sayıda deneme, öykü ve araştırma kitabı bıraktı. Kendisine ‘Kayseri’nin Yaşar Kemal’i yakıştırması yapılan Emir Kalkan sokağın gözü, kulağıydı. Her gün arşınladığı sokakların öykülerini yazdı. Kendi ağzından kendi öyküsü ise şöyle…

 “Böyle bir dünya var demek için yazıyorum”

Niçin yazmaya ihtiyaç duydunuz?

Zor bir soru. Şimdi iyi şeyleri paylaşmak istiyorsunuz bir defa, insanlar bilsin istiyorsunuz. Olumsuz şeyleri de yine insanların önüne koymak istiyorsunuz. Birinde paylaşıyorsunuz birini de tanıtıyorsunuz; bakın haberiniz olsun böyle bir dünya var ne yapacaksanız yapın diyorsunuz, o yüzdendir galiba.

“Benim işim mağluplarla”

Yaşadığınız dünyayla ilgili bir sıkıntınız mı var?

Hayır yok. Ben sokağı severim. Benim için insanların makamı, mevkii şusu busu yoktur, benim için her insandır. Ben herkesle otururum, sohbet ederim, konuşurum. Zaten biraz da benim işim bu hayatta mağlup olmuş, geri kalmış, yenilmişlerin hayatları daha çok ilgilendiriyor. Kimse haberdar değil onlardan, ihmal edilmiş, kaldırılmış böyle bir yaşam var; bunlardan niye haberiniz yok diyorum bir manada. Mesela evlenememiş bir delikanlı, evde kalmış bir kız, evi olmayan biri sokağa atılmış bir yaşlı… Benim başarılı insanlarla pek işim olmaz yani. O zaten işini bitirmiş, mutlu, keyfine bakıyor benim işim mağluplarla. Mesela yenilmiş boksörle, yarışı bitirememiş koşucuyla, okuldan atılmış delikanlıyla, sınıfın en arkasında oturanlarla ilgilenirim ben.

“Mağlupları anlatarak erke kafa tutuyorum”

Neden mağluplar peki, geçmişiniz mağlubiyetlerle mi dolu?

Hayır, ben varlıklı bir ailenin çocuğuyum. Benim hayatım çok iyi geçti, varlık içinde geçti ama ben onları severim; daha doğrusu sevmenin de dışında niye bunlara bakmıyorsunuz diyorum ya, ya bak böyle bir hayatları var niye dikkat etmiyorsunuz diyorum. Bu, yenilmişi mağlubu ezilmişi anlatırken erkede kafa tutuyorsunuz. Erkede de diyorsunuz ki böyle bir hayatları var sizin yüzünüzden var bu hayatlar diyorsunuz. Eğer bir yerde yoksul varsa o biraz zenginlerin kabahatidir. Nasıl yöneticisiniz diyorum mesela, nasıl idare ediyorsunuz? Bu memlekette kiracı var diyorum, ya hu 21. yüzyılda adam utanır ev sahibi ve kiracı kavramlarının olmasından. Niye herkesin evi yok diyorum yani aynı memleketin çocuklarıyız biz: Övünmeye geldiğinde dedelerimiz Çanakkale’de beraber çarpışmış diyoruz. Ama gerçekte birinin iş hanı var birinin kulübesi yok, nasıl düzen bu? Hayatın ilk basamağıdır bu, insanın barınağı olmadan nerede yaşar nerede barınır yani. Zaten anayasanın taahhüt ettiği de bu, devletin görevi de. Ben sana bunu sağlayacağım diyor. Sağlığınla ilgileneceğim, güvenliğinle ilgileneceğim, eğitiminle ilgileneceğim, konutunla ilgileneceğim diyor ama sadece madde de diyor.

“Yazarın görevi mutlu bir dünya hazırlamaktır”

Kitaplarınızı okuyan erk ne kadar bunun farkında. Okurken ‘Aaa çok güzel yazmış.’ mı diyor, yoksa kendisiyle ilgili probleminizin farkında olarak mı okuyor?

Sizin tanımladığınız gibi diyorlardır. Ya adam harika yazmış ne güzel anlatmış diyorlardır ama üstüne gidelim de şu rahatsızlığı da yok edelim dediklerini görmedim. Keşke şahit olsa idim.

İsterdiniz yani böyle bir şeyi.

Niye istemeyeyim? Yazarın, çizerin, sanatçının görevi daha güzel, daha barış içinde bir dünya hazırlamaktır. İnsanların daha mutlu olacağı bir dünya istemektir, herkesin talebi odur. Böyle bir dünyanın içinde bu yoksullukların, garipliklerin yeri olmamalı diye düşünüyorum. Niçin yazıyorum sorusunu kendime sorduğumda da bu sonuca ulaşıyorum. Birilerinin aşkı meşki beni pek fazla alakalar etmiyor yani, ben toplumsal gerçekçi bir gözle bakıyorum dünyaya.

“Benim malzemem insan”

Diğer türlü olsaydı daha kolay olmaz mıydı?

Ben bananeci bir ahlaka sahip değilim. Başkalarının derdi beni alakadar eder, ilgilenirim, benim yapıma var bu.

Varlıklı bir aile çocuğunda nasıl gelişti bu duygu?

Bilemiyorum, ben koskocaman, varlıklı, zengin bir ailenin içinde yetiştim ama böyle yetişiyor olmak sizi toplumla hemhal olmaktan alıkoymamalı. Eğer zaten yazarçizer oluyorsanız sokağa çıkmalısınız, insanların arasına ve hayata katılmalısınız. İnsanları tanımadan neyi yazacaksınız, bizim malzememiz insan, birinci derecede insan. İnsanda görünenle de yetinmemek lazım, bir de görünmeyen yüzü vardır insanların. Bir sürü dertleri, problemleri vardır. Yani şurada düşünen bir adam sizi ilgilendirmez mi, düşünmez misiniz? Düşünüyor adam ya hu. Yani neyi düşünüyor sigarası mı yok, eve ekmek mi götüremiyor, parası mı yok falan. Bunları acıma manasında söylemiyorum, herkesin aynı düzeyde mutlu olmasını istiyorum. İnsanlar farklı farklıdır, birinin bin tanesi dairesi olur, beni hiç ilgilendirmiyor, birinin kamyonla parası olur, o da beni ilgilendirmiyor. Ama asgari düzeyde evi olsun, bir geliri olsun istiyorum. Birinci derecede hak eşitliğini istiyorum. Yani mağdur olmasınlar da, ötekinin trilyonları olsun benim umurumda değil.

Bu sosyalistçe bir düşünce aslında.

İşte bunu izmlerle tarif etmeye kalktınız mı kategorize edersiniz. Sosyalizm de tanılayamaz bunu, komünizm de tanımlayamaz, faşizm de. Bu ihmalin ürünü. Bir ailenin içindeki fertlerin hepsine birden sahip çıkmalısınız. İnsanların yetenekleri vardır tabi ki, insanlar eşittir demiyorum. Bir tanesi çok zengin olabilir, ötekinin de yeteneği olmayabilir. İşte o olmayanın aç, susuz, perişan olmaması lazım diyorum.

“Hikayelerim de serseriler, meczuplar çoktur”

En çok hangi sorunlu insanı yazarken zorlandınız?

Köyden göçüp gelmiş bir ailenin buradaki garipliği, itilmişliği, dışlanmışlığı sizin dikkatinizi çekmiyor mu? Adam otobüse biniyor, bilet almayı bilmediği için, içeride ödeyeceğini zannediyor ve otobüsten kovuluyor. Koskoca otobüsten bir Allah’ın kulu çıkıp da, ‘Bırakın ben vereyim kardeşimizin biletini.’ demiyor ya. Bu kadar bananeci bir toplum olur mu? Bu bananeciliği sevmiyorum ben. Ha, zenginin derdi de benim derdim. O da bir zavallı, akşama kadar trilyonların içinde uğraşıp duruyor, o da kolay değil. Bir yazar için her olay, her şey, insan, ağaç, kuş, papatya, her obje bir hikaye konusudur. Eğer yazılması gerekiyorsa, uçlarda, marjinal de bir duruşu varsa, ben yazarım onu. Benim hikayelerimde meczuplar, serseriler çok yer alırlar. Çünkü ben severim onları. Niye severim biliyor musun? Hep kendime sormuşumdur, bu niye serseri oldu, bu niye deli oldu, bu niye meczup oldu; kim yaptı onları böyle, bu hale getirdiler? Kimse uzaydan gelip yaratmadı, bu toplumun yarattıkları onlar. Sen yarattın, ben yarattım.

“Kanatsız Kuşlar Şehri’nin bendeki yeri ayrı”

İlk kitabınızı bastırmaya nasıl karar verdiniz, orada birinin teşviki var mı?

Tanpınar Hoca’nın ‘Beş Şehir’ diye bir kitabı var. Çok güzel bir kitaptır, 5 şehri anlatır. Bu seriden sonra Ahmet Turan Alkan Hoca, kendisini çok severim, iyi bir yazar ve gazetecidir, altıncı şehri yazdı. Altıncı şehir; Sivas. Altıncı şehir yazıldıktan sonra, yayınevi benden Kayseri’yi yazmamı istedi. Kıvılcım Kitabevi’nin sahibi Ayhan Çetinkaya var. Ayhan aynı zamanda okur da kitabı. O bana çok ısrar etti, üslubumun buna çok uygun olduğunu söyledi. Üstüme üstüme geldiler yayıneviyle orası. Ama şehir kitapları yazmak sorunlu bir iş: Hayal dünyanızı kullanamazsınız orada, gerçeklere bağlı olmanız gerekiyor, şehrin mekanlarını, sokaklarını, orijinal tiplerini, renklerini anlatacaksınız, bunlara bağlı olmak zorundasınız; bir. İki, bunları mükemmel, şiirsel bir dille anlatacaksınız ki tutulsun. Tanpınar’ın yaptığı gibi. Neticede peki dedik. Ben ‘Kanatsız Kuşlar Şehri’ni yazdım. Nitekim iyi bir eser olmuş, Türkiye Yazarlar Birliği’nden ödül aldı o yıl.

Gözünüzden sakındığınız kitap hangisi?

Birbirinden ayıramıyorum. Hepsinde çok sevdiğim hikayeler var. Mesela ‘Kanatsız Kuşlar Şehri’nde ‘Yeşimsu’ hikayesini çok severim. Çok özene bezene, çok uğraşarak yazdığım bir hikayedir. Her kitapta ayrı bir iki hikaye vardır sevdiğim. Onları ‘Seçmeler’ şeklinde ayrı yayınlayacağız ama ilk göz ağrısı olduğu için ’Kanatsız Kuşlar Şehri’nin yeri ayrıdır. Çok bastı, on altıncı baskı oldu.

Seçmeler ne zaman çıkacak?

Bu yılın sonunda bir kitap yayımlamayı düşünüyoruz, ‘Seçmeler’ de 2015 gibi, ondan sonraki 2 yıl içinde çıkar diye tahmin ediyorum.

“Kayseri benim şehrim”

İstanbul’da olsaydınız daha tanınmış olur muydunuz, tanınmış olmak beraberinde daha fazla okuru getiriyor. İster miydiniz bunu?

İstanbul kültürün başkenti, merkezi. Ama ben Kayseri’yi seviyorum, beğenirim Kayseri’yi. İstanbul’da olmak gibi bir düşüncem olmadı hatta çok istedilerse de gitmedim. İstanbul’un insanı boğan bir yapısı var ama kültürün merkezi. Orada olmanın yazarçizer için bir takım ayrıcalıklara var. Her şeye daha kolay ulaşırsınız, insanlar size daha kolay ulaşır. Okuyucu kitlesi daha bir farklı, daha çok olur. Ama ben Kayserili olmaktan memnunum, ben bu şehri seviyorum, bu şehrin insanlarını seviyorum, sokaklarını seviyorum, benim şehrim bu şehir. Pek ayrılmayı falan düşünmüyorum. Ben küçük olanı seviyorum, büyük şehirler hoşuma gitmiyor. Kayseri’de o anlamda büyük. 1 milyon nüfusu var, metropol. Aslında küçük olan daha asudedir, daha dingindir, yaşamak daha kolaydır. Büyük şehirler bir kumkuma. İşte mağazaları var, alt geçidi var, üst geçidi var, cartı var curtu var diye güzel olmaz ki; bir şehir siz mutluysanız güzeldir, değilseniz ne işe yarar?

“Gözlemciliğim ufakken köy odalarında bulunmamdan gelir”

Gözlemciliğiniz Yaşar Kemal’e benzetiliyor, oradan bir esinlenme var mı?

Benzetirler. Herhalde köylü oluşumun bir avantajı vardır bu konuda. Köylerde odalar olur, gece insanlar o odalara toplanırlar, muhabbetler, sohbetler ederler. Siz de orada küçük de olsanız onları dinlemişsinizdir, kulaklarınız onlarla dolmuştur. Battalgazi destanları okunur, Ermeni zulmü anlatılır, öyle pel pel bakarsınız. Maniler, türküler söylenir; onlarla kulaklarınız dolmuştur. O doluluk herhalde geliyor geliyor 25-30 yaşında patlayıveriyor.

Yazarların vardır mutlaka ilkokul çağlarında karalamaya başlarlar, öğretmenleri ya da bir büyüğü teşvik eder. Sizde de var mı böyle bir geçmiş?

Ben hiç öğretmenlerimi sevmedim, öğretmenlerim de beni sevmediler, okul hayatımı da sevmedim.

Bu, erkle ilgili problemden mi kaynaklanıyor?

Lise’yi Kayseri’de bitirdim. Köyden (Tomarza Toklar kasabası) gelmişim, büyük bir okula gidiyorum. Yerli ve yerli olmayanlar var. Hocalar da yerli olanlara daha çok sahip çıkıyorlar. Kimse senle ilgilenmiyor ki, kimse seni görmüyor ki. Ve ben hiç böyle yazıp çizmedim, beni teşvik eden de olmadı. Ben yazmaya başladığımda 18-19 yaşımdaydım.

“Yazım Varlık’ta yayımlanana kadar hikayelerimi ortaya çıkarmadım”

Onları ne yapıyordunuz?

Yazan arkadaşlarım vardı, ona okutuyordum, sonra kaybediyorduk, yırtılıyordu bir şey oluyordu. Sonra, ben hikayelerimin ortaya çıkmasına, neredeyse hakemli dergi gibi çok önemli bir dergi olan Varlık dergisinde yayımlanana kadar izin vermedim.

Yıl kaç?

70’li yıllar. Yaşar Nabi Nayır vardı Varlık dergisinin başında. Çok önemli edebiyatçıydı, zaten Varlık çok önemli bir dergiydi. Yazarsınız gönderirsiniz, 1 ay beklersiniz, alırsınız acaba var mı diye, çıkmaz.

“Beni ilk teşvik eden Mustafa Gümüşkaynak oldu”

İyi de oraya göndermeye nasıl karar verdiniz? Çünkü yazıp çizip atıyormuşsunuz.

Yine 70’li yıllar. Burada Mustafa Gümüşkaynak adında çok önemli bir gazeteci ağabeyimiz vardı. Ben alıp götürüyordum gazeteye, gazetenin yazı işleri müdürü olduğu için, belki yayımlanır diye götürüyorduk. Ne olacaksa işte gazetede yayımlanınca. Bir, iki, üç baktım yayımlıyor. Bir gün bana dedi ki: “Bana bak çocuk sen ne iş yapıyorsun?” Ben de memur olduğumu söyledim. “Sen memuriyeti falan bırak gel, ekmek kazanırsın bu işten, senin yazı dilin çok iyi.” dedi. Ama memuriyet çok değerli nasıl bırakacaksın? Bu yönlendirmeler var yani. Dostlarımız, arkadaşlarımız vardı bir arada hareket ettiğimiz, artık 25 yaşına falan gelmiştik. Burada KASD (Kayseri Sanatçılar Derneği) isminde bir dernek vardı. 1976 falandı. Onların içindeki arkadaşlar da iyi yerlerdeler. Abdülkadir Budak var mesela iyi bir şair, ben varım, Ahmet Ada var, Ayhan Gülsoy var şu anda CHP’nin başında. Zaten topu topu 7-8 kişiydik, 4’ü, 5’i, tanındı. Herhalde birbirimiz etkilemiş, yönlendirmiştik.

“Kanatsız Kuşlar Şehri çıkmasaydı devamı gelmezdi”

Varlık dergisinde ilk yazınızın yayımlanması ile ilk kitabınızın çıkması arasında uzun zaman var. Niçin bu kadar gecikti kitap?

Sanırım şundan oldu. Ben halk edebiyatı alanında epey çalıştım. Türk Folklor Araştırmaları Kurumu, Türk Dünyası Araştırmaları için çalıştım. Türk Dil Kurumu adına alan çalışmaları yaptım. Hem bilgi birikimi bakımından önemli, hem de iyi para kazanırsınız bu çalışmalarda. Bu arada Avşar Ağıtları, Kayseri Şairleri, Yirminci Yüzyıl Türk Halk Şairleri Antolojisi’ni yayımladım, onu da Kültür Bakanlığı bastı. Sanırım o alana kaymaktan oldu ihmalkarlığım. Zaten, ‘Kanatsız Kuşlar Şehri’ni yazmamış olsaydım devamını getirmezdim, pek düşünmüyordum.

“Yazdıklarım hep beğenildi”

Ne tat aldınız da devamını getirdiniz?

Kitap çok tutuldu. Hep güzel duygular aldım, hep beğenildi yazdıklarım.

Hiç kötü diyen olmadı mı?

İnanır mısınız hiç olmadı. Bilmediğiniz bir sürü adam sizi arıyor, telefonunuzu bulmak için bir sürü zahmet çekiyor… Hep iyi şeylerle karşılaşınca, sadece karşılaşmam sebep değil tabi yazma isteği de var, o zaman şunları da yazalım dedim kendi kendime. Mesela ‘Kanatsız Kuşlar Şehri’nde şehrin renkleri, renkli insanları anlatılmıştır. Bir de mekanları anlatılmalıydı, ‘Hoşçakal Şehir’ de böyle ortaya çıktı. Tabi bunları anlatırken hep hikaye tadında yazdım. Şehri anlatırken ilim dili kullanmadım, o asık suratlı dili sevmem; böyle bir papaz ciddiyeti kullanırlar, o anlatımdan hoşlanmam.

Yazmış olduğunuz biri size gelip de buna dair düşüncelerini iletti mi?

Mesela ‘Deli Yusuf’ adında bir hikayem vardı. Deli Yusuf sağ, bir meczup. Beni gördüğü yerde sarılır. Meczup falan ama algılıyor, biliyor. Arkadaşları göstermişler, “Bak Emir Abi seni yazmış.” diye. Boynuma sarılır, “Kurban olurum beni yazmışsın.” der.

“Hayal kırıklığı ile sonlanmış aşk hikayeleri yazmak istiyorum”

Hedefte kimi yazmak var?

Hayal kırıklığı ile sona ermiş, tanıdıklarımın yaşadığı aşk hikayeleri var. Onları yazmak istiyorum, bir de 13-14 yaşımdayken izlediğim bir cambaz hikayesi var onu mutlaka yazacağım. O cambazın önce çok iddialı tavrı, iddialı konuşmaları, mesela “Köy kardeşim Kayseri burada durulmaz.” deyişi. Fakat neticede çok hazin sonu oldu cambazın.

(Selma Kara/Röportaj Haber)

*Fotoğraf: Dursun Çiçek

 

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here